27 Aralık 2012 Perşembe

Turist 2010


Vizyon Tarihi: 10 Aralık 2010
Yönetmen: Florian Henckel von Donnersmarck
Senarist: Florian Henckel von Donnersmarck, Christopher McQuarrie
Süre: 103dk
imdb puanı: 5.6

Oyuncu Kadrosu:
Angelina Jolie(Elise Clifton-Ward), Johnny Depp(Frank Tupelo), Paul Bettany(Ajan John Acheson)

Benim Puanım: 6.5


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

Hikaye şudur; kırık kalbinin acısından kurtulmak için İtalya’ya giden Amerikalı bir turist, Frank’in etrafında şekilleniyor.  Olağanüstü bir kadın olan Elise’nin yoluna çıkmasıyla işler değişir.  Ancak Elise’nin onunla karşılaşması aslında tesadüf değildir.  Arka planda Venedik’in nefes kesen manzaraları eşliğinde Frank,  bir ilişkinin ardından koşarken aslında etrafında tehlikeli entrikaların döndüğünü fark eder.

----------------------------------------------------
Açıkçası filmi bir yere koyamadım. Johnny depp olunca bir romantik film olsa güzel olurdu diyorsunuz ama film romantik bir film değil. Angelina Jolie olunca Tomb Raider’dan kalma bir aksiyon vardır diyorsunuz ama aksiyon filmi değil. Hepsinden bir parça barındırıyor ancak hiçbirini tam olarak karşılamıyor. Filmin son sahnesi olmasa vasat bir filmdi benim için. Ama o son sahne bir anlamda filmi kurtarmayı başardı diyebiliriz.

Oyunculuklar iyi gibiydi. Bir makas eller ya da karayip korsanı kadar olmasa da Johnny depp’in oyunculuğunu beğendim. Angelina, oyunculuğunun hakkını veren isimlerden. Depp’e göre mimikleriyle daha çok şey anlatıyor.

Filmin en güzel yanı ise Angelina Jolie’nin muhteşem endamının yanı sıra film harika bir Venedik manzarası sunuyor bizlere. Harika bir şehirmiş, Sular altında kalmadan görmek istiyorum o yüzden muhakkak gideceğim yerler arasında zirveye not ettim.

Kısaca çok iyi bir film değildi fakat sıkılmadan izlediğimde bir gerçek. Bence izleyin Angelina ve Johnny ile Venedik çok güzel. İyi seyirler..

Filmden güzel bir diyalog:

Elise: Hadi beni akşam yemeğine davet et.
Frank: Akşam yemeğine gitmek ister misin?
E: Kadınlar, kendilerine soru sorulmasından hoşlanmazlar.
F: Akşam yemeğinde bana katıl.
E: Fazla iddialı.
F: Akşam yemeğine gidiyorum. Canın isterse Gelirsin.


Cehennem Melekleri 2 - 2012


Vizyon Tarihi: 17 Ağustos 2012
Yönetmen: Simon West
Senarist: Richard Wenk, Sylvester Stallone
Süre: 103dk
imdb puanı: 7.0

Oyuncu Kadrosu:
Sylvester Stallone(Barney Ross), Jason Statham(Lee Christmas), Jean-Claude Van Damme(Vilain), Bruce Willis(Church), Arnold Schwarzenegger(Trench)

Benim Puanım: 8.2


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

Cehennem melekleri intikam için bir araya geliyor. Bay Church için oldukça basit bir işi aldıktan sonra, Expendables’ın plânları yanlış gider ve içlerinden biri, rakip bir paralı asker olan Jean Vilain tarafından öldürülür. Expendables, yeni üyeleri Billy the Kid ve Maggie ile ölümcül bir silâhı durdurmak ve kardeşlerini öldüren caniden intikam almak için düşman bölgesine doğru yola çıkar.

----------------------------------------------------

“Bu kadro patates doğrasa bile izlerim..”

Oyuncu kadrosunu yazarken dahi heyecanlanıyorum. Öncelikle herkesin hangi filmi izleyeceğini ilk sorduğu yer imdb’dir. Bu filmin imdb notunun düşmesinin sebebini, ben bu kadroyu gören herkesin beklentisini aşırı yüksek tutmasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Şunun farkında olmalıyız ki kadro 40 yaş üstü ve daha fazlasını beklemek abartıya girer ve bence filmin sonunda Arnold’un söylediği cümle bunu gayet net açıklıyor.

Ben ilk film daha güzeldi eleştirilerine katılmıyorum. Açıkça söylemek gerekirse ben ilk filmde Bruce Wills ve Arnold’u çok fazla göremediğim için çok fazla tat alamadım. Bu filmin en büyük avantajı da bu ikisi de aksiyonun tam ortasına giriyor. Biraz komedi tarafında olmaları da çok tadında olmuş. İşin içine bir de hiç beklenmedik bir anda Van Damme girince film tadından yenmeyecek bir hale geliyor.

Benim birde şu dikkatimi çekti. Amerika dışında yaşayanların hepsi köylerde yaşayan, aciz, bir kötü adam tarafından eziyete maruz kalan insanlar olarak gösteriliyor ve bir otoritenin bulunmadığı bu yerlerde başrol oyuncuların da  kurtarıcı rolünde olmaları bana Amerikan demokrasisinin küçük bir piyesini hatırlattı.

Çok fazla üzerine konuşulacak bir film değil. Rambo yıllara meydan okurcasına ben daha buradayım diyor. Statham’da yeni Rambo olma yolunda ilerlemiş görünüyor. Jet Li’nin de olmasını dilerdim. Tek başına olan filmlerini keyifle izlediğimiz kahramanların takım halinde bulunduğu bu görsel şöleni kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. İyi seyirler..

Filmden küçük bir anı:

+ Bruce Wills, Sylvester’a hediye ettiği uçağı gösteriyor..

Sylvester: O şey müzeye ait olmalı.
Arnold: Hepimiz öyle.

Takip 2 - Taken 2 2012


Vizyon Tarihi: 5 Ekim 2012
Yönetmen: Olivier Megaton
Senarist: Luc Besson, Robert Mark Kamen
Süre: 92dk
imdb puanı: 6.4

Oyuncu Kadrosu:
Liam Neeson (Bryan Mills), Maggie Grace (Kim), Famke Janssen (Lenore)

Benim Puanım: 5.5


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

İlk filmde Liam Neeson'ın kızını kaçıran ve yine Neeson tarafından öldürülen çete elemanlarından birinin babası, bu sefer intikam için iş ve tatil için İstanbul’a gelen Neeson'ı ve karısını kaçırıyor. Emekli CIA ajanı Bryan Mills de bu sefer kızının yardımıyla bunu yapanları tek tek avlayacak...

----------------------------------------------------

Kusura bakmayın yazıyı biraz uzatacağım. Filmi izlemeden birkaç yorum okudum tabiyki hepsi bizi Arap ülkesi gibi göstermişler eleştirileri. Açtım ve izlemeye başladım. Öncelikle söyleyeyim film İstanbul filmi değil, Eminönü filmi.

Başta eleştirilere katılmadım. Çünkü olmayan bir şeyi göstermemişler Asya ve Avrupa’yı ayıran boğazımız nasıl gerçekse kültürümüzdeki Çarşaflı kadınlar, Eminönü, Mahmutpaşa gibi yerlerde bir o kadar gerçek.

Sonra izledikçe keyifte almaya başladım. Çünkü gerçekte olmadığı kadar çok Türk bayrakları vardı arka planda. Amerikan bayrağına alışkın olan bir toplum için şaşırtıcı ve güzeldi :)

Türk filmlerinde dahi olmayan ezan sesine de yer vermişler. Amerikan filmlerinin beynimize nasıl işlediğinin bir göstergesi bence bu film kendi kültürümüze ne kadar yabancı olduğumuzu görüyoruz.

Fonda çalan Belkıs Özener’den “Ben olayım sevgilim” şarkısı dahi her şey Türkiye’yi anlatıyordu. Bryan ile kızının vapur sahnesi, Asya ve Avrupa’yı anlatması sırasında göğsüm kabardı ve gerçekten bazı doğal değerleri unuttuğumuzu farkettim.

Fakat gelelim insanların kafasında kod oluşturmaya.

1. İkinci bombayı patlattığı sahne hoşuma gitmedi. Normalde orada bir kadının olmaması gerekiyorken başörtülü bir kadının olması ve yere düşmesi bana fazlasıyla bilinçli yapılmış hissi uyandırdı.

2. Megan ve Toyota marka taksiler varken normal hayatta dahi görmemiz nadir olan Eski Mercedes taksiyi kaçırması da geri kalmışlığı vurgulamak içindi sanırım.

3. Murat 124 ü polis arabası olarak kullanmaları ise bana göre son nokta olmuş. Resmen içler acısı bir durum, daha kötüsü olamazdı. O kadar emin söylüyorum ki Türkiye’de bu marka bir polis arabası daha bulamazlar.

4. Her sahnede külüstür arabalar ve çarşaflı kadınlar var. Tarafsız bir gözle izliyorum ama yeter be kardeşim! Türkiye hakkında hiçbir bilgisi olmayan biri şu filmi izleyince ülkeye gelmekten vazgeçer. Benim ülkem bu değil dedim. Ayrıca hiçbir büyükelçilikte bu kadar fazla asker olacağını düşünmüyorum.

BİR DE ŞU GÖZLE BAKIN:

Sadece şunu düşünün Mercedesi değil de arkasındaki Megan taksiyi alsaydı. Polisler hiç kullanmadıkları Muratla değil de; hep kullandıkları Fiat dobloları hatta İstanbul polislerinde epey fazla olan Nissan jukeleri ile takip etselerdi, Çarşaflı kadınların yanına bir iki de gerçekte olan açık bayanlardan koysalardı..
Beyninizde geri kalmışlık görüntüsü oluşabilir miydi?

Oyunculuklardan ve filmin sonundan bahsetmiyorum. Fonda çalan eğlenceli müzikle, daima gülen insanların bulunduğu Los Angeles’ta kumsalda dondurma yiyerek bitiyor.

Film bitince aklıma bir soru takıldı Acaba bu ezan sesi ve Türk bayraklarını sürekli arka planda göstermelerinin ve ön planda da geri kalmışlığın sergilenmesi Türkiye işte böyle bir yeri insanların kafasına oturtmak için mi? Cevabı size bırakıyorum.

Bunların hepsini bir kenara bıraksam dahi filmin tutarsızlığı, 92 dakika da beni çeken sadece 10 dakikalık bir kovalamaca sahnesinin olması, Avrupa yakasında otelden atılan bir el bombasının Anadolu yakasından duyulmasının imkansızlığı. ABD büyükelçiliğinin ben dekorun bir parçasıyım diye bağırması benim gözümde filmin vasatın altında olmasını sağladı. İzlemeyin demiyorum izleyin ve herkese izlettirin ki ülkemizin yabancı eller tarafından yanlış tanıtılmasına engel olun. İyi seyirler..


Willkommen in Deutschland - Almanya'ya Hoşgeldiniz 2011


Vizyon Tarihi: 4 Kasım 2011
Yönetmen: Yasemin Samdereli
Senarist: Yasemin Samdereli, Nesrin Samdereli
Süre: 101dk
imdb puanı: 7.2

Oyuncu Kadrosu:
Vedat Erincin (Hüseyin Dede), Lilay Huser (Fatma Nine), Aylin Tezel (Canan), Rafael Koussouris (Cenk)

Benim Puanım: 7.9


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

Ben kimim ve neyim – Almanmı yoksa Türkmü?” Bu soruya altı yaşındaki Cenk ikilem arasında kaldığı için kendisine soruyor. Kimse onu futbol takımına almak istemiyor. Ne Türkler ne de Almanlar. Cenk’i teselli etmek için 22 yaşında olan kuzeni Canan dedeleri Hüseyin’in hikayesini anlatıyor. 60’li yılların sonunda bir Türk işçisi olarak Almanya’ya gelmiş, sonra da eşini ve çocuklarını yanına aldırmış. O zamandan bu yana çok zaman geçmiş ve Almanya onların yeni vatanı olmuş. Bir akşam aile fertleri hep bir arada iken Hüseyin bir konuşma yapar. Onlara Türkiye’de bir ev aldığını ve herkesle birlikte es vatanlarına gitmek istediğini söyler. Yalnız birilerinin aklında bir soru işareti oluşur: Benim gerçek vatanım neresi? Fakat tepkiler fayda etmez, sonunda bütün aile Türkiye’nin yolunu tutar. Yolculuk hatıralarla, kavgalarla ve barışla başlar. Ama bu yolculuk hiç beklenmedik biçimde değişir…

----------------------------------------------------

Yasemin ve Nesrin Şamdereli kardeşlerin birlikte yazıp yönettiği film Almanya'da yaşayan Türk göçmenlerin neredeyse 50 senedir yaşadıkları kimlik bunalımı, asimile olma, entegrasyon ve uyum sorunlarını beyaz perdeye mizahi bir dille taşıyor.

Profesyonel açıdan detaylara bakacak olursak; Ailenin nereli olduğu tam belirtilmiyor. Bu da beni daha çok cezbetti ve bulmaya çalıştım. Plaka 47 Mardin’de geçiyor ama İzmir de çekilmiş, Almanya dan göç ederken köyden değil, deniz gören gelişmemiş bir mahalleden göç ediyorlar fakat filmin sonunda gittikleri yer bir köy ve dağın başında. Filmin başında Canan güneydoğudan olduklarını söylerken filmin sonunda Cenk’in öğretmeni Cenk’i Kuzeydoğu Anadolu’ya koyuyor.

Canan seslendirme yaparken Leyla teyze diye bahsettiği karaktere anne diyor ortada bir karmaşıklık var.

Tüm bunları bir kenara bırakırsak filme bayıldım. Bu konu üzerine hiç film yapılmadı. En büyük sorunlarımızdan biri sistemsiz, başına buyruk, öğretmensiz, din adamsız Almanya’ya gönderilen Türkler’in yaşadığı asimile sorunuydu. Herkesin bir yerden bir Almancı tanıdığı vardır. Tatile geldiklerinde yaşadığımız iletişimsizliği birebir gözler önüne seriyor. Belki de gurbette yaşayan biri tarafından çekilmeseydi bu kadar iyi anlatılamazdı.

Oyunculuklar, senaryo her şey mükemmel. Vedat Erincin harika oyunculuk çıkartmış. Aylin Tezel’in ağzından da bir kelime olsun Türkçe duymak isterdim açıkçası. Kesinlikle bütün Türklerin izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum. İyi seyirler..


Filmin sonundan bir kaç not:

+ Bilge bir adam kimiz ya da neyiz sorusuna şöyle cevap vermiştir:

Biz, bizden önce olan her şeyin, gözümüzün önünde yaşanılan ve bize reva görülen şeylerin toplamıyız. Biz, varlıkları kendi varlığımızı etkileyen ve bizimde onların varlığını etkilediğimiz insanlar ve şeyleriz. Biz, bizden sonra olan ve biz gelmemiş olsaydık var olamayacak olan her şeyiz.

+ İşgücü çağırdık, insanlar geldi. – Max Frisch

+ Tekrar karar vermek zorunda kalsaydık, sadece Türk işçilerini çağırırdık. – Bir Alman Yetkili



6 Aralık 2012 Perşembe

Ejderha Dövmeli Kız 2011


Vizyon Tarihi: 12 Aralık 2011
Yönetmen: David Fincher
Senarist: Steven Zaillian(Senaryo) , Stieg Larsson(Roman)
Süre: 158dk
imdb puanı: 7.9

Oyuncu Kadrosu:
Daniel Craig (Mikael Blomkvist), Rooney Mara (Lisbeth Salander), Christopher Plummer (Henrik Vanger), Stellan Skarsgård (Martin Vanger)

Benim Puanım: 8.1


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

Mikael Blomkvist, cömert bir gazeteci olmasına karşın, bir tuzağa düşürülmüş ve yanlış bir haberle popüler bir işadamını suçlamıştır. Buna karşın Mikael’in tüm kariyeri adeta alt üst döner. Gazetesi artık onunla çalışma arzusu uyanmamaktadır. Tüm medya peşindedir ve o artık yanlızdır. Elbette onu izleyen Lisbeth’in farkında da değildir; nam-ı diğer “Ejderha Dövmeli Kız”ın…

Mikael, gazetecilik mesleğini bırakıp hapise girmek için adeta gün sayarken, hiç beklemediği bir iş ayaklarına gelir, başına adeta talih kuşu konar. Popüler Vanger firmasının başındaki Henrik Vanger, Mikael’den yıllar önce kaybolan yeğeni Harriet’i bulmasını ve aile geçmişini kitap olarak hazırlamasını istemektedir.
----------------------------------------------------
Öncelikle söyleyeyim Steig Larsson’un kitabından uyarlama olan bu film aslında bir kere daha çekilmiş. Film güzel bir kitle ve başarıyı yakalayınca Amerikalılar işin içine girmiş ve yeniden çekme kararı almış.

Filme gelecek olursak 18. dakikasında film hakkında kafanızda bir bağlantı kuruluyor ve sonraki dakikalarda olayın çözüleceği sahneyi heyecanla bekliyorsunuz. Film, kitapta da olduğu gibi İsveç’te geçiyor. İskandinav ülkelerinin Nokia ve Volvo markalarının fazlasıyla reklamlarını göreceksiniz.

Oyuncuları çok beğendim. Lisbeth harikaydı. Kostümler, oyunculuk bir bütün olarak  mükemmeldi. Daniel Craig genelde bana donuk gelir ama bu filmde epey iyiydi. Martin ve Mikael’in evin altında konuşma sahnesine bayıldım. Martin’in cümlelerine dikkat edin özenle seçilmiş.

Film tahmin etmediğim gibi çözüldü ve beni ters köşeye yatırdı. Bu hoşuma gitti ve beni filme daha çok bağladı. Sonunu nasıl bitireceklerini daha çok merak etmeye başladım. Ama umduğum son burada olmadı ve o kadar güzel ve aksiyonu bol gelişme bölümü sönük bir sonla bitirildi. Belki de bu filmin devamı olacağına ilişkindir.

Yine de kurgusu güzeldi ve uzun olmasına rağmen sıkılmadan izleyebilirsiniz. Gizem ve gerilim sevenlere tavsiye ediyorum. İyi seyirler..


19 Kasım 2012 Pazartesi

Ayı Teddy 2012


Vizyon Tarihi: 21 Eylül 2012
Yönetmen: Seth Macfarlane
Senarist: Seth Macfarlane, Alec Sulkin
Süre: 106dk
imdb puanı: 7.4

Oyuncu Kadrosu:
Mark Wahlberg (John Bennett), Mila Kunis(Lori Collins), Seth MacFarlane (Ted-Ses)

Benim Puanım: 7.5


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

8 yaşındaki John bir Noel gecesi sevgili oyuncak ayısının canlanmasını, kendisiyle konuşmasını diler ve ertesi sabah en iyi arkadaşı olan oyuncak ayı Ted, konuşan canlı bir ayıcığa dönüşür! John artık yalnız değildir aksine çok mutludur ama atladığı ufak bir detay vardır: Herkes büyür! Artık 30'lu yaşlarının ortasında olan John ayı Ted ile bir ömür geçirmiş, aynı evi paylaşmıştır. Tek bir sorun vardır, Ted John'u hiç kimseyle paylaşmak istemez; bir seneden fazladır sevgilisi olan Lori'yle bile. John ise kendi hayatına devam edebilmek için ted'den ayrılmak zorunda olduğunu hisseder...

'Büyükler için çizgi film' kategorisinin en sevilen ürünlerinden olan Family Guy’ın yaratıcısı Seth MacFarlane'nin beyazperde için ortaya çıkarttığı sıra dışı bir iş olan Ayı Teddy yurtdışında gösterime girdiği her ülkede hem seyircilerin hem de eleştirmenlerden yüksek not almayı başarmış bir yapım.
----------------------------------------------------

Amerikan sineması yine Amerikalı olmayan insanları ezmeye tam gaz devam ediyor. Yahudi çocuğunu dövmekle başlayan film,  11 Eylülü Müslümanların kara lekesi göstermeye de devam ediyor.  Tipik Hollywood aksiyon sahneleri var. İyi ve kötünün savaşı ama sırf bir ayı için bu kadar aksiyon bana biraz saçma geldi. Bu kadar tehlikeyi göze alıp da polisi görünce hemen vazgeçmeleri de çok ironik.

Bu film 10 yıl önce çekilmiş olsa ayı herkesten saklanır. Bir tek çocuğa canlı görünürdü ama şimdi öyle olmamış. Bu yönden beni etkiledi. Gerçekte böyle olsa nasıl olurdu ve sonunda olay nasıl alışkanlık haline gelirdi gibi sorular tüketim toplumu olmamız ile bağlanarak güzel cevaplanmış.

Sıcacık  bir aile komedisi diyemeyeceğim Ayı Ted’in sevimliliğine kanıp izlemeyin. Çünkü Ayımız fazlasıyla küfürbaz, uyuşturucu bağımlısı ve çapkın. Sıkıcı bir gününüzde sizi sarabilir. Komedi unsuru sadece Ayı Ted’in üzerinde kurgulanmış olması bir eleştiri olabilir fakat bunun eksikliğini hissetmiyorsunuz. Yeri geldiğinde ünlüleri eleştirmesi ve ince kaliteli esprilerinin tadına doyulmuyor.

Mark Walhberg güzel bir oyunculuk çıkartmış. Ted ile kavga sahnelerini beğendim. Mila Kunis her zaman ki gibi tüm doğallını katmış ortaya. Norah Jones, Sam Jones, Tom Skerritt gibi ünlü isimler de renk katmış filme.

Kısacası film beni tatmin etmedi, bir ‘Family Guy’ değil fakat güzel ve eğlendirebilir bir komedi. Fantastik komedi sevenlere tavsiye ediyorum. İyi Seyirler.

Filmden Güzel bir not:
+ Erkek olmasını isteyen sensin fakat oyuncak ayısı olduğu sürece o hep çocuk olarak kalacak.


31 Ekim 2012 Çarşamba

127 Saat


Vizyon Tarihi: 18 Şubat 2011
Yönetmen: Dany Boyle
Senarist: Dany Boyle, Simon Beaufoy
Süre: 98dk
imdb puanı: 7.8

Oyuncu Kadrosu:
James Franco(Aron Ralston), Kate Mara(Kristi), Amber Tamblyn(Megan)

Benim Puanım: 8.1


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

Danny Boyle'un 'Slumdog Millionaire'den sonraki çalışması. Hikaye şudur;  Genç dağcı Aron Ralston, kimseye haber vermeden çıktığı yolculuğunda Utah yakınlarında Moab bölgesinde büyük bir kaya parçasının arasına sıkışır. 5 gün boyunca hayatta kalmak için elinden geleni yapan Aron'ı oradan kurtaracak kimse yoktur. Tek çaresi yine kendisidir.

----------------------------------------------------

Öncelikle filmin gerçek bir hikayeye dayanması çok etkileyici. Tek kelimeyle özetlemek gerekirse “Çaresizseniz, çare sizsizniz.” Müthiş psikolojik bir film. Tek bir karakter üzerine kurulu ve film en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu dalları dahil olmak üzere 3 Altın Küre ödülü sahibi. Sanırım bunlar filmi izlemeniz için yeterli olacaktır.

Farklı bir konusu var ve daha ilk dakikadan ilginizi üzerine doğru çekiyor filmin son noktasına kadar da bırakmıyor. Filmin başındaki kalabalık çok dikkat çekici. Kalabalık ve yalnızlık arasındaki ince çizgi. Filmin en güzel yanı da sizi yalnızlaştırıyor ve vermek istediği bütün duyguları iletiyor.

 İnsanın içsel dünyasıyla baş başa kalması ve kendini kaybetmeye kadar dayanması, saniye saniye delirmeye başlaması mükemmel işlenmiş. James Franco harika bir oyunculuk ortaya koymuş. Filmin sonu da yeteri kadar etkileyici. Gerçekten izlenmesi gerek bir film. Herkese tavsiye ediyorum. İyi seyirler.

Filmden Güzel Bir Alıntı:

+ Bu kaya hayatım boyunca beni bekliyormuş. Varoluşundan beri, daha bir meteorken, milyarlarca yıl önce uzayda buraya düşmeyi bekliyormuş. Tam buraya. Hayatım boyunca buraya sürüklenmişim. Doğduğum an, aldığım her nefes, yaptığım her şey beni buraya, Evrendeki bu çatlağa sürüklemiş.

19 Eylül 2012 Çarşamba

Dövüş Kulübü - Fight Club 1999


Vizyon Tarihi: 10 Aralık 1999
Yönetmen: David Fincher
Senarist: Jim Uhls, Chuck Palahniuk(hikaye)
Süre: 139dk
imdb puanı: 8.9

Oyuncu Kadrosu: 
Edward Norton(The Narrator), Brad Pitt(Tyler Durden), Helena Bonham Carter(Marla Singer)

Benim Puanım: 9.5


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

“Dövüş Kulübünün İlk Kuralı: Dövüş Kulübünden Söz Etmemektir.”

Hikaye şudur; Edward Norton bir otomobil firmasında çalışan kronik uykusuzluk sorunu yaşayan kariyer sahibi fakat yalnız bir adamdır. Bir yolculuk dönüşünde evi yanar ve asıl hikaye bundan sonra başlar. Dünyada kendini yalnız ve dışlanmış hissedenlerin oluşturacağı bir kulüp kurar ve buradaki insanlar birbirleriyle dövüşerek bastırılmış duygularını açığa çıkartarak her yumruklarında kendi varlıklarını ispatlamaya çalışarak adeta yeniden özgüvenlerini kazanırlar. Kulüp dünyaya yayılır ve Kıyamet Projesinin temelleri atılır. Ama bir detay bütün filmi tamamen başka bir yöne çekebilir.

----------------------------------------------------

Öncelikle bu film hakkında öğrenmek istediklerinizi buradan takip etmenizi öneriyorum çünkü filmin tek bir noktasını öğrenmeniz filmin tüm sihrini kaçırmanız demektir ve çoğu film sitesindeki yorumlarda bu son söyleniyor.

Bir başyapıt. Biraz Akıl Oyunları tadında bir film. Dibe vurmak nedir derseniz kesinlikle izleyin. Olayı çözünce aslında bu filmin bir dövüş filmi olmadığını tamamen farklı bir yönde ilerlediğinin farkına varıyorsunuz. Bu çok etkileyici. Konusu çok farklı. Oyunculuklar mükemmel. Brad Pitt zirvede oynamış. Edward Norton da müthiş iş çıkarmış. Gerçekten çok etkilendim. Böyle biteceği aklımın ucundan geçmiyordu. Ters köşe olduğuma bu kadar sevinemezdim.

Arabada ters yöne gittikleri ve “ölmeden önce ne yapmak isterdin”, “şimdi ölseydin hayat hakkında ne hissedecektin” repliklerinin olduğu sahne bence filmin zirve noktasıydı.

Sonuç olarak filmden sonra filmin etkisini üzerinden atamıyorsan o film iyidir arkadaş. Herkese tavsiye ediyorum. Dövüş filmi zannedip izlemek istemeyenlere de tavsiye ediyorum. Filmi mutlaka 2. kez izleyin çok fazla detay var. Ben bunları nasıl kaçırmışım diyecek ve Kesinlikle pişman olmayacaksınız. İyi seyirler..

Filmden birkaç güzel söz:

+ Hergün erkenden kalkıp saat 8:30 da işe gidiyorsun.. Sene sonunda çıktığın tatilde şezlong kapmak için 6:30 da kalkıyorsun.. Gerçekten acınası durumdasın.

+ Biz kadınlar tarafından büyütülmüş bir erkek nesliyiz. Başka bir kadının aradığımız şey olduğunu hiç sanmıyorum.

+ Sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür kalabiliriz!

+ Televizyonla büyürken Milyoner, Film Yıldızı ya da Rock Yıldızı olacağımıza inandık. Ama olmayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz. Ve o yüzden çok çok kızgınız.


17 Eylül 2012 Pazartesi

Can Dostum 1997


Vizyon Tarihi: 5 Aralık 1997
Yönetmen: Gus Van Sant
Senarist: Matt Damon, Ben Affleck
Süre: 126dk
imdb puanı: 8.2

Oyuncu Kadrosu: 
Matt Damon(Will Hunting), Robin Williams(Sean Maguire), Ben Affleck(Chuckie Sullivan), Stellan Skarsgard(Gerald Lambeau)

Benim Puanım: 8.9


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

“Yaşayacağın kötü günler, yaşamamış olduğun iyi günleri fark etmeni sağlar.”

Hikaye şudur: Will Hunting MIT üniversitesinde hademelik yapmaktadır. Çok zekidir ancak zekasını doğru kullanamaz. Kavgacıdır ve hapse düşer. Tek kurtulma şansı Will’in yeteneğini fark eden profesörle birlikte matematik çalışmak ve bir saat terapi görmektir. Profesör bu zekayı kullanarak bir matematik dahisi yapma peşindedir. Terapist ise onu kendi istediği şeyi yapması için yönlendirmektedir.

----------------------------------------------------

Öncelikle film harika bir bakış açısı yakalamış. Çoğu zaman ne istediğimiz önemlidir fakat ne istediğimizi bilmek daha önemlidir. Başarı mı? Mutluluk mu?

Bir tarafta Zeka Küpü Will diğer tarafta tecrübeli Terapist Sean. Başlarda rekabet halinde gibi görünseler de tecrübenin galip geldiğini görüyoruz. Kısaca devamında Sean bu zeki fakat etrafına engeller koymuş gencin bütün engellerini kaldırarak hayata, insanlara bakışını ve hayattan okuyarak değil yaşayarak zevk alması gerektiğini öğretiyor.

Hayatı yaşamayı bilmeyen Will, Terapistinin hayatından öğrendiği teorikleri kendi hayatında pratiğe döküyor. Terapistten ziyade bir Öğretmen olan Robin Williams harika bir oyunculuk çıkarmış. Ders niteliğinde. Robin’in parkta Matt Damonla yaptığı konuşma ise mükemmel. O sahneyi durdurup tekrar tekrar izledim. Bütün oyuncular rollerinin hakkını vermiş. Matt Damon’a da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Rolünün üstesinden gelmiş gibi görünüyor.

Filmin sonunu da beğendim. Uzun olmasına rağmen hiç sıkılmadım. İçinde kaliteli esprileri de sıkça duyabilirsiniz. Etkileyici konuşmaların olduğu sahneler çok fazla. İzleyiciye çok şey katan bir film. Kesinlikle herkese tavsiye ediyorum. İyi seyirler..

Filmden bir kısım:

+ Maçı izlemiş olsaydım; şu anda 20 yıl önce barda gördüğüm ama yanına gidip tanışmadığım için pişman olduğum bir kızdan söz ediyor olurdum. Evli olduğumuz 18 yıldan pişman değilim. Hastalandığı zaman 6 yıl işimden uzak kaldığı için de pişman değilim. Sevmek pişmanlık duymamaktır.


The Hangover 2009


Vizyon Tarihi: 10 Temmuz 2009
Yönetmen: Todd Phillips
Senarist: Jon Lucas, Scott Moore
Süre: 100dk
imdb puanı: 7.8

Oyuncu Kadrosu: 
Bradley Cooper(Phil Wenneck), Zach Galifianakis(Alan Garner), Ed Helms(Stu), Justin Bartha(Doug Billings)

Benim Puanım: 8.7


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

“Vegas’ta olan Vegas’ta kalır.”

Hikaye şudur; arkadaşlarının düğününden iki gün önce bekarlığa veda partisi vermek için Las Vegas'a giden dört arkadaş, sarhoş oldukları parti gecesinin sabahında odalarında bir kaplan, tavuklar ve dolapta ağlayan altı aylık bir bebek ile uyanırlar. Ayrıca damat ortada yoktur. Bir gece öncesine dair hiçbir şey hatırlamayan üç arkadaş ip uçlarını takip ederek işlerin nerede kontrolden çıktığını bulmak zorundadırlar. En önemlisi de damadı bularak zamanında Los Angeles'a düğününe yetiştirmeleri gerekmektedir.

----------------------------------------------------

Bu filmi tek kelimeyle özetlemek gerekirse: Korkutucu derecede komik bir komedi filmi. Alan karakteri inanılmaz. İzlerken sayısız yerde kahkahalar attım. Konu mükemmel sürükleyici. Bunun devamı ikinci filmle de geliyor. Umarım üçüncü filmi de olur. Gerçekten çok kaliteli bir komedi. Moral bozukluğuna, terk edilişlere, Sınavdan kalmalara birebir ilaç niyetine izlenebilir. Bu serinin en çok hoşuma giden yanı ise filmin sonunda jenerikle birlikte geçen fotoğraflar.

Senaryosuyla, oyuncularıyla, kurgusuyla olağanüstü bir film. Tekrar tekrar izleyebileceğinize inanabilirsiniz. Komedi seven sevmeyen herkese tavsiye ediyorum. İyi seyirler.. :)


Kasımda Aşk Başkadır 2001


Vizyon Tarihi: 11 Mayıs 2001
Yönetmen: Pat O’Connor
Senarist: Herman Raucher, Paul Yurick(hikaye)
Süre: 119dk
imdb puanı: 6.3

Oyuncu Kadrosu: 
Keanu Reeves(Nelson Moss), Charlize Theron(Sara Deever)

Benim Puanım: 7.8


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

"Bazı insanların birbirlerine aşık olması gerekir. Ama bu; beraber olacakları anlamına gelmez..."

Hikaye şudur ki; Nelson işkolik bir reklamcıdır. Çocukluğunda ezilmiş, sönük bir yaşantısı olması sebebiyle ilerleyen yıllarda bunu hırsıyla örtmüş bir adamdır. Sara ise erkeklerin iyi yönlerini ortaya çıkaran çekici bir karakterdir. Engelleri ortadan kaldırıp asıl Nelsonı ortaya çıkaran hayat dolu bir kadındır. Zenginliği, maddiyatı ve ailesini elinin tersiyle itmiş, anı yaşayan biri. Ehliyet sınavında karşılaşan bu ikilinin bir aylık beklentisiz, baskısız deneme süresi hesaba katmadıkları bir şeyle iyice karışır: Aşk..

----------------------------------------------------

Eğer filmi yeni izleyecekseniz adı bu kadar efsane olmuş başka bir film hatırlamıyorsunuzdur sanırım. Orijinal adı Tatlı Kasım ama bana göre Kasımda Aşk Başkadır tam anlamıyla filmi özetlemiş. Sara’nın her ay evini ve kalbini problemli bir adamla paylaşması farklıydı. Sonunda Nelson’a aşık olması güzeldi. Charlize Theron’un oyunculuğu harikaydı. Uzun saçlıyken daha bir harika olduğunu da söylemeden geçmek istemiyorum. Keanu Reeves rolünün hakkını vermiş.

Filmin sonunda hayır ya burada bitmemeli sitemlerinizi duyar gibiyim. Sonu güzel miydi bilmiyorum. Sadece mutlu sona alışan bizler için böyle bitmemeliydi.

Şunu belirtmek istiyorum. Film 11 yıl önce yapılmış. O nedenle o gözle izlemenizi tavsiye ediyorum. Yoksa bu zamanda böyle şeyler kaldı mı kardeşim havasına gireceksiniz ve filmde beklentinizi karşılamayacak. Romantik dram filmleri sevenler, Charlizeciler ve Keanucular herkese tavsiye ediyorum. İyi seyirler.. :)

Filmde en hoşuma giden sahne:

+ Mutlu Noellerle başlayan sahne..


Yılın Adamı 2006


Vizyon Tarihi: 13 Ekim 2006
Yönetmen: Barry Levinson
Senarist: Barry Levinson
Süre: 115dk
imdb puanı: 6.1

Oyuncu Kadrosu: 
Robin Williams(Tom Dobbs), Laura Linney(Eleanor Green), Christopher Walken(Jack Menken)

Benim Puanım: 6.6


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

“Gerçekle kurgu arasındaki fark; kurgunun inandırıcı olması gerektiğidir.”

Hikaye şudur; Politika ile ilgili bir televizyon şovunun sunucusu olan Komedyen Tom Dobbs  bir anda eğlence için başkanlık seçimlerine aday olmaya karar verir. Gerçekte, asla kazanacağını ummamaktadır. Ama ABD Başkanı seçilir ve asıl film şimdi başlar.

----------------------------------------------------

Hikayenin kısa olmasından anlayacağınız gibi basit bir komedi filmi. Robin Williams varsa kesin iyidir deyip beklentinizi yüksek tutmayın.. Konu Amerikan başkanlığı gbii ilgi çekici olunca filmi izlemeden kafanızda oluşturuyorsunuz kurguyu. Fakat film olay komedisinden çok durum komedisi tadında. Bir hareketlilik yok.

Her şeyden biraz koymak istemişler ama hiçbir şeyi tam yapamamışlar. Sosyal mesaj vermek adına yapılmış bir film. Sıkıcı başladı ve öyle de ilerledi. Sadece politikacıları eleştirmek adına yapılmış diye düşünüyorum. Robin tam bir başkan gibiydi ve çok daha güzel bir film ortaya çıkarılabilirdi. Tek yakındığım yanı sağlam espiriler vardı boşa gitti.

Kısaca güldüğünüz anları unutturan sıkıcılıkta bir komedi olmuş. Robin Williams’a rağmen vasat bir filmdi. İyi seyirler..

“Politikacılar bebek bezlerine benzer, sık sık aynı nedenle değiştirmeniz gerekir.”


Şanslı Biri 2012


Vizyon Tarihi: 20 Nisan 2012
Yönetmen: Scott Hicks
Senarist: Will Fetters, Nicholas Sparks(Hikaye)
Süre: 101dk
imdb puanı: 6.2

Oyuncu Kadrosu: 
Zac Efron(Logan), Taylor Schilling(Beth)

Benim Puanım: 6.5


Filmin özeti ve filmle ilgili düşüncem:

"Herkesin kendi kaderi vardır ama herkes onu takip etmeyi seçmez. Ben takip ettiğim için şanslıyım."

Hikaye şudur; Irakta 3 yıldır asker olan Amerikalı Çavuş Logan bir baskında pusuya düşürülür ve ertesi sabah baskın yerinde bir fotoğraf bulur. Hiç tanımadığı bu fotoğraf onun şansının dönmesini sağlar ve üç kez ölümden kurtulur. Sahibini arar ama bulamaz ve kendine bir söz verir. Eve dönünce fotoğraftaki şans meleğinin kim olduğunu bulup ona teşekkür edecektir.

----------------------------------------------------

Romantik bir film için ilginç bir konu, romantiklikte zaten belli kısımlarda var. Güzel başladı, konusu ilgi çekiciydi. İyi devam etti ama sonuna doğru sıkılmaya başladığımı farkettim. Filmi de heyecan içerisinde seyredemedim. Açık ve net söylüyorum sonunu beğenmedim. Böyle filmlerde film boyunca kafanızda olay örgüsünü kendiniz oluşturursunuz ve filmin sizi ters köşe yapmasını beklersiniz. Yani sonunu tahmin edememeniz ya da hoşunuza giden bir son olması gerekiyor. Daha etkileyici bir sonu kafam da yaratmıştım ve benim sonumla kıyaslanamaz bile. Beth Clayton karakterini beğendim fakat işin içine dram girince Logan olmamış, çok donuk kaldı. Bir gençlik filminde asi çocuk rolü daha uygun olabilirdi ama buraya gitmemiş.

Kısaca güzel manzara ve güzel konu, daha güzel işlenebilirdi. Dramatik romantizm ve Zac Efron sevenler için tavsiye edebilirim. İyi Seyirler..

3 Eylül 2012 Pazartesi

Baglanmak Yok 2011


Vizyon Tarihi: 18 Mart 2011
Yönetmen: Ivan Reitman
Senarist: Elizabeth Meriwether, Michael Samonek(Hikaye)
Süre: 108dk
imdb puanı: 7.1

Oyuncu Kadrosu: 
Natalie Portman(Emma Kurtzman), Asthon Kutcher(Adam Franklin)

Benim Puanım: 8.0


Filmle ilgili düşüncem:

Yıllar önce çıkma teklifini reddettiği Adam Franklin'le şans eseri karşılaşan Emma Kurtzman için bu olay unutamayacağı yeni bir aşkın fitilini ateşler. İlişkilere karşı soğuk bir tavrı bulunan Emma ve aşka tövbe eden Adam'ın yıllar sonra meydana gelen bu tesadüfî karşılaşmaları, çocukluk dönemlerinde yaşanan deneyimin tam tersidir.

İkili, böylece ilginç bir birlikteliğe, çıkar üzerine kurulu karmaşık bir ilişkiye başlarlar. Hiç bir bağın olmadığı, dertsiz tasasız, sadece cinselliğe dayalı bu yalansız ve dolansız ilişkide ne kıskançlığa ne de duygusallığa yer vardır. Koşulsuz ve beklentisiz bir ilişkiden ibarettir yaşananlar.

Fakat bu durum, Adam'ın duygularıyla ön plana çıkmasıyla farklı bir yola girer. Sözünü bile etmedikleri "aşk" yavaş yavaş ilişkilerine karışmaya ve ikiliyi hep kaçtıkları o sona doğru sürüklemeye başlar.

----------------------------------------------------

Evet, bence de hafiften bir arkadaştan öte havası var filmde. Yani bu iki film sonunda bu çıkarımı yapabiliriz; karşı cinsler arasında fiziksel başlayan durumlar sonunda büyük ihtimalle aşka dönüşüyor.

Bu çıkarımı da yaptıktan sonra filme dönmek gerekirse keyifle izleyebileceğiniz bir romantik komedi. Natalie Portman’a başlarda ısınamadım fakat film sonundaki düşüncem ise gerçekten çok doğal bir oyunculuk çıkartmış. Çok beğendim. Açıkçası bütün oyuncular doğaldı. Ashton Kutcher bana biraz film boyunca poz verir havada geldi. Yani benim karizmam yeter ağzımı bile açmam havasını hissettim. Bilmiyorum belki de çamur atmak istedim.

Emma’nın araba kullanırken yediği kurabiyeler ve ağzı dolu keep bleeding şarkısına eşlik etmesine bayıldım. Birbirlerinin uyumunu beğendim. Romantik komedi sevenler için önerebilirim. İyi seyirler.


Zindan Adası 2010


Vizyon Tarihi: 12 Mart 2010
Yönetmen: Martin Scorsese
Senarist: Laeta Kalogridis, Dennis Lehane(Hikaye)
Süre: 138dk
imdb puanı: 8.0

Oyuncu Kadrosu: 
Leonardo DiCaprio(Teddy Daniels), Mark Ruffalo(Chuck Aule), Ben Kingsley(Dr. Cawley),

Benim Puanım: 8.8


Filmle ilgili düşüncem:

Martin Scorsese’in yönettiği “Shutter Island-Zindan Adası”nda, Massachussets sahili açıklarındaki bir adada suç işlemiş akıl hastalarının tedavi edildiği cezaevini andıran hastanedeki bir katilin esrarengiz şekilde kayboluşunu soruşturmakla görevlendirilen Teddy Daniels (Leonardo DiCaprio) ve Chuck Aule (Mark Ruffalo) adlı iki polisin baş döndüren hikayesi konu ediliyor.

----------------------------------------------------

Öncelikle söyleyeyim Akıl Oyunlarını çokça anımsatan bir film ama bir Akıl Oyunları değil. Belki de şu yüzdendir: Akıl oyunlarında anlatılmak istenileni film içinde anlıyorsunuz fakat burada film bitiyor ve bir 5 dakika düşünüyorsunuz. Bu filmi anlamak cidden zor her sey öylesine söylediği bir cümlede gizli aslında. Kesinlikle çok dikkatli izlenmeli sonlara dogru her cümleye dikkat edin. Çok güzel bir film.

Psikolojik gerilim üzerinizde baskı yaratıyor. Filmde bir gizli gerçek var ve herkes bu gizli gerçeği bir amaç için saklıyor. Filmin sonuna kadar ne olduğunu anlamıyorsunuz ve kendinizden de şüphe etmeye başlıyorsunuz kafanız karışıyor. Film son 1 saate kadar normal seyrediyor ama son saatte puanları almayı başarıyor. İkinci kez izleyince taşlar yerine oturuyor. Yönetmen ve oyunculuk harika. Kingsley de yine rolünün adamı olmuş. finaliyle sizi doyuran güzel bir yapıt olmasına karşın;

Scorsese’in çoğu filminde var ve bana göre bu bir kusur; final zirvede bitmiyor, acabalar ile bitiyor bu da bence filmin bir başyapıt olmasını engelliyor. Akıl oyunları bir başyapıttı çünkü bir kabullenmişlik vardı.

Filmi izlerken size tavsiyem sürekli akıl yürütün ve takip etmeyin. En az 10 kez fikir değiştireceğinizden eminim. Ters köşe oldukça yorulursunuz. Yanınıza bir kahve almayı unutmayın, iyi seyirler..

Arkadaştan Öte 2011


Vizyon Tarihi: 23 Eylül 2011
Yönetmen: Will Gluck
Senarist: Keith Merryman, David A. Newman
Süre: 109dk
imdb puanı: 6.6

Oyuncu Kadrosu: 
Mila Kunis(Jamie), Justin Timberlake(Dylan Harper), Woody Harrelson(Tommy)

Benim Puanım: 8.5


Filmle ilgili düşüncem:

Jamie ve Dlayn’ın ilişkileri ilk etapta arkadaşça başlar,birlikte vakit geçirmekten oldukça keyif alırlar,sık sık bir araya geldikleri için aralarındaki etkileşime karşı koyamazlar ama bir yandan da sevgili olup arkadaşlıklarına son vermek istemezler.Çünkü her ikisi de daha önceki ilişkilerinde terk edilen taraf olmuştur ve bilirler ki eski sevgililer arkadaş olarak kalamaz.Bu yüzden bir anlaşma yaparlar,birlikte olacaklardır ama her ikisi de kendi hayatına devam edecektir.Hesaba katmadıkları şey ise zamanla birbirlerinden hoşlanacak olmalarıdır.

----------------------------------------------------

Öncelikle bu filmi izleyecekseniz zaten olağanüstü bir senaryo ve de sınırları zorlayacak bir oyunculuk beklemiyorsunuzdur. Bu filmde her şey tadında. Konu uç bir konu değil fakat konusu itibariyle herkesi kendine çekiyor keyifli ve eğlenceli. Romantizmde, erotizmde, hüzün de, komedi de tam tadındaydı. Fazla erotik değil ancak böyle sahneleri var ve buna karşıysanız izlemenizi tavsiye etmem. Bir nevi gizli kalmış ya da bastırılmış kişisel iç dünyayı aktarıyor. Bir gençlik filmi değil. Ama oturup ta babanızla da izlemeyin.

Filmin başında Mila Kunis’in sevgilisini oynayan çocuğu görünce o güzel sözü(kızlar Hintliler gibidir öküze taparlar) tekrarladım. Espriler çok kaliteli, Los Angeles ve New Yorklular arasındaki olaylara bakış açısı çok güzel. Woody harrelson ise yine bir gay rolüyle karşımızda.

Sonu da güzeldi Justin ve Mila uyumlu, sırıtmıyor. Justin her geçen gün oyunculuğunu güzelleştiriyor. Mila ise tek kelimeyle harika. Enerjisini ve güzelliğini filme inanılmaz yaymış. Artık böyle filmler bulmak çok zor kaçırmadan izleyin derim. Film boyunca yüzünüz de bir tebessüm oluyor. Ben filmleri orijinal dilinde izlemeyi seven biri olarak Türkçe dublajını bulabildim ve gayette güzeldi. İyi seyirler. Arkadaşınız ya da ailenizle izlemeyin :)

En etkilendiğim sahne:

+ Dylan, babasıyla havaalanında boxerla yemek yemesi.

2 Eylül 2012 Pazar

Zamana Karşı 2011


Vizyon Tarihi: 28 Ekim 2011
Yönetmen: Andrew Niccol
Senarist: Andrew Niccol
Süre: 115dk
imdb puanı: 6.6

Oyuncu Kadrosu: 
Amanda Seyfried(Sylvia Weis), Justin Timberlake(Will Salas), Cillian Murphy(Zaman Muhafızı Raymond), Olivia Wilde(Rachel Salas)

Benim Puanım: 8.3


Filmle ilgili düşüncem:


“Birkaç kişinin ölümsüz olabilmesi için pek çok insan ölmek zorunda.”

“İnsanların ölmelerini sağlamak için hayat sürekli pahalanıyor.”

İnsanların yaşlanmayı durdurduğu yakın bir gelecekte geçecek olan filmde insanlar 25 yaşından sonra artık daha fazla yaşlanmayacağını ve ölümsüzlüğün sırrına erişildikten sonra yaşananları anlatan bir yapım " parası olanın sonsuza kadar yaşayabileceği bir dünyanın”. Filmde, zamanın altın değerinde olduğu bu yeni dünyada insanlar, ölümsüzlüğün peşinde koşarak hayatta kalma mücadelesine girerler. Bu nedenle, nüfus artışının son haddeye varmasıyla, yeni düzenlemelere girişen insanoğlunun hikâyesi filmde anlatılıyor.

----------------------------------------------------

Konusu ilginç, kurgu mükemmel. Başlarken bir beklenti içine girmiyorsunuz sonra senaryo merak uyandırıyor. Sürükleyicilikte eklenince kendinizi filmin akışına bırakmaktan başka çareniz kalmıyor. Kapitalist rejimin pisliğini farklı bir açıdan göz önüne seren, zenginlerin yine kuralları koyduğu fakirlerin de sadece bir piyon olduğu ve kurallara uygun oynatıldığı bir film. Film olması içinde birilerinin bu düzene bir dur demesi yani kahraman olması gerekiyor. O da Will Salas.

Yeryüzü üzerindeki eşit olmayan gelir dağılımını para yerine zamanı kullanarak yansıtmak mükemmel bir düşünce. Paraya çok önem veriyoruz fakat bedava olan zamana pek önem vermiyoruz. Her şeyin aslında para olmadığını kanıtlar nitelikte bir film. Günü gününe rekabet halinde yaşamanın ve zamanın önemi vurgulanıyor.

Oyunculuklar da güzel. Justin gerçekten oyuncu olmuş artık bunu söyleyebilirim. Amanda’yı da beğendim. Biraz insanın iç görüsüne hitap eden bir film. Çoğu kişi düşünmüştür para olmasa nasıl bir dünya olurdu ya da ölümsüz olsak. O zaman bunu kaçırmayın.

Kısacası mutlaka izlenmesi gereken bir film. Yorumlara sadece film hakkında bilgi almak için bakmanız yeterlidir. İyi seyirler..


En etkilendiğim sahne:

+ Anne oğlun karşılıklı koşmasını saymazsak, Will’in zenginlerin bölgesinde alışkanlığından dolayı hızlı hareket etmesi..

Aşk Geliyorum Demez 2009


Vizyon Tarihi: 6 Kasım 2009
Yönetmen: Murat Şeker
Senarist: Murat Şeker, Selami Genli
Süre: 95dk
imdb puanı: 5.5

Oyuncu Kadrosu: 
Tolgahan Sayışman(Ali), Bergüzar Korel(Gözde)

Benim Puanım: 6.5


Filmle ilgili düşüncem:

“Aşk Geliyorum Demez” filmi, Mahmutpaşa’da bir han esnafının hikayesini anlatır. Tolgahan Sayışman (Ali) handaki esnaflardan birinin oğludur. Ali, oldukça yakışıklı ve çapkın bir delikanlıdır. Bergüzar Korel (Gözde) ise esnafın çalıştığı hanı satın alan zengin müteahhidin, yardımsever, doğaya ve hayvanlara düşkün kızıdır. Müteahhit, esnafın çalıştığı hanı satın alır ve orayı yıkıp alışveriş merkezi yapmaya karar verir. Han esnafının bir an önce hanı boşaltmasını isteyince esnaf birleşerek bir plan yapar ve Ali’den Gözde’yi etkileyerek hanı kurtarmasını ister. Bir yardım gecesinde tanışan Ali ve Gözde birbirlerinden çok etkilenirler. Esnafında yardımıyla yapılan planlarla komik ve romantik bir hikaye başlar.

----------------------------------------------------

Filmi az önce ikinci kez televizyonda izledim. Yeşilçam tadı verilmeye çalışılmış bir film ama vasat. Konu hoş, güzel tipik bir aşk filmi konusu ancak iş senaryoyla bitmiyor. Bir an önce sonuca gidilme çabası içine girilmiş ve film boyunca hiçbir duyguyu tam anlamıyla hissedemiyorsunuz. Bu filmin sonunda cenazeden çıkan esnafın beş dakika içerisinde sevinçten göbek atması derecesine gidecek kadar hızlı ve alakasız değişimle resmen göz önüne seriliyor.

Bir emek var ortada para kazanılmak adına yapılmış havası yok ama olmamış. Ben beğenmedim. Romantik Komedi filmleri tutkunlarına ve de kafasını dağıtmak için film arayanlara önerebilirim.

31 Ağustos 2012 Cuma

İçinde Yasadıgım Deri 2011


Vizyon Tarihi: 19 Mayıs 2011
Yönetmen: Pedro Almodovar
Senarist: Pedro Almodovar, Agustin Almodovar
Süre: 117dk
imdb puanı: 7.6

Oyuncu Kadrosu: 
Antonio Banderas(Dr Robert Ledgard), Elena Anaya(Vera Cruz), Marisa Paredes(Marilia)

Benim Puanım: 9.5


Filmle ilgili düşüncem:

“İnsanın sığınabileceği tek bir yer vardır.. İçimizde bir yer.. Orada sessizlik, huzur ve özgürlük vardır..”

Gerilim türündeki film, Fransız polisiye yazarı Thierry Jonquet’in “Tarantula” isimli 2005 tarihli romanından uyarlandı. ‘The Skin I Live In’ için Pedro Almodovar, 20 yıl sonra Antonio Banderas’la tekrar bir araya geldi. Filmde Antonio Banderas (Dr.Robert rolünde), bir kazada yanarak ağır yaralanan karısını iyileştirmek için uğraşan bir doktoru canlandırıyor. Komadan çıkan karısı yüzünü görünce intihar ediyor ve bu olayın ardından doktor domuz-insan karışımı yeni bir deri üretme konusunda saplantılı bir hale geliyor. Bir yandan da kızına tecavüz ettiğini düşündüğü bir adamdan da intikam almaya karar veriyor.

----------------------------------------------------

Mükemmel bir yönetmenden, mükemmel bir film. Sözün bittiği yer.. İzlemeden önce filmi daha iyi anlamak içısından konusunu okumanızı öneririm. Konu beni inanılmaz etkiledi. Son zamanlarda vizyona giren en iyi filmlerden biri. Fazla ileriye gidilmiş, insanı rahatsız eden bir senaryosu var. Filmin etkisinden uzun süre çıkamayabilirsiniz bu normal. Filmin ilk 30 dakikası sıkıcı gelebilir. Konuyu kavradığınız zamansa film sizi kendi dünyasına sürüklemeye başlıyor. Sonunu tahmin edemeyeceğiniz, alışılmışın dışına çıkan bir intikam filmi.

Kim kimden itikam alıyor, kim haklı kim haksız gibi tartışmalar olabilir filmin sonunda. Bu da kişinin bakış açısına göre değişebilir. Tavsiyem kendinizi filme vermeniz. Ancak o zaman parçaları birleştirebilirsiniz. Bana göre 9.5 olmasının sebebi de daha etkileyici bir son sahne bekliyordum bu kadar kısa kesilmemeliydi.

Antonio Banderas ve Elena Anaya çok başarılı bir performans sergilemişler özellikle Elena Anaya hayran kaldım ki bir yere kadar. Antonio Banderas hakkında fazla söze gerek yok. Kısacası filmi şiddetle tavsiye ediyorum. Genel izleyici kitlesi olmadığını hatırlatarak tabiyki :)

Filmle ilgili bir müzik:

+ Buika - Por el amor de amar. (Düğünde söylenilen parça) - Ben aradım siz aramayın :)

My Sassy Girl 2001


Vizyon Tarihi: 27 Haziran 2001
Yönetmen: Jae-young Kwak
Senarist: Ho-sik Kim, Jae-young Kwak
Süre: 123dk
imdb puanı: 8.1

Oyuncu Kadrosu: 
Tae-hyun Cha(Kyun Woo), Gianna Jun(Ji-hyun Jun)

Benim Puanım: 7.0


Filmle ilgili düşüncem:

Hikaye şudur: Sevgilisini kaybetmiş acı çeken bir kızın sevgilisinin ölümünün yıldönümünde tanıştığı bir erkek ve yaşadıklarını anlatıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi gelişme bölümünde bu aşka dönüşüyor. Ama kız sevgilisini unutamadığından dolayı yaptığı hırçınlıklar ve yeni tanıştığı genci değiştirme çabasını anlatan bir film çıkmış ortaya.

----------------------------------------------------

Film Kore yapımı ve ben öncelikle bütün Kore halkından özür diliyorum. Hayatta önyargılı olmamak gerektiğini bir kez daha belirtiyorum. Size de öneriyorum çünkü ortada 2 “Hırçın Sevgilim” filmi var ve araştırmazsanız Çinliler yine çakmasını yapmışlar deyip filmi izlemeyi kesebilir ya da hiç izlemeyebilirsiniz. Film 2001 yapımı ve hikayesi çok beğenildiğinden dolayı ABD’li şirket konuyu ve tekrar çekim hakkını satın almış. 2008 yılında Aşk şehri Paris’te yeniden çekilmiş.

Açıkça söylemek gerekirse sonradan çekilmiş olanı daha çok iş yapar. Çünkü eksikleri gördüler. “Seyirciyi fazla uzatmadan nerden daha iyi yakalayabiliriz?” bunu düşündüler ve ortaya daha iyi bir iş çıkardılar.

Bu film hakkında ise başlarda Koreliler film yapmasın diye düşünüyordum. Nedenlerimi sıralayayım; orijinal dilinde izledim, bir aşk filmi ama her cümlenin sonunda “yeee, aaa” gibi uzatmaları olan bir dil sizi aşktan uzaklaştırıyor en başta. Ayrıca bütçe yetersizliğinden olsa gerek buram buram aşk kokan sahnelerden ziyade normal bir amatör kamerayla stüdyo çekimleri yapılmış havasındaydı.

Arada giren müzik çok saçma Charlie Chaplin çıkacakmış gibi hissediyorum. Filmin ikinci yarısını ve uzatmalarını beğendim. Gereksiz uzatmalar vardı. İstenilen tam olarak anlatılmış mı yoksa ABD yapımı filmden aklımda kalanlarla mı bağdaştırdım bilemiyorum.

İzlediğime pişman olmadım ama çok hoşuma giden bir filmde olmadı. Diğer Hırçın Sevgilim filmini izlememişseniz izleyin. İyi seyirler..

Film hakkında küçük bir not:

+ Filmin orijinal adından İngilizceye çevirimi “Garip Kız” dır.

30 Ağustos 2012 Perşembe

Dedemin İnsanları 2011


Vizyon Tarihi: 25 Kasım 2011
Yönetmen: Çağan Irmak
Senarist: Çağan Irmak
Süre: 123dk
imdb puanı: 7.9

Oyuncu Kadrosu: 
Çetin Tekindor(Mehmet Bey), Hümeyra(Peruzat), Gökçe Bahadır(Nurdan), Yiğit Özşener(İbrahim), Durukan Çelikkaya(Ozan)

Benim Puanım: 8.5


Filmle ilgili düşüncem:

Dedemin İnsanları, küçük bir kasabada yaşayan on yaşında bir çocuk ve dedesi aracılığıyla, bir ailenin ve bir ülkenin geçirdiği büyük değişimi anlatıyor. Kalabalık ve sıcak Ege insanlarının hikâyesini izlerken, mübadeleye, öteki olmaya, nereye gidersen git bir yere ait olamamaya, iki yakaya, çok sayıdaki azınlığa, ihtilallere bir defa daha, ama bu kez farklı bir yerden bakmayı ve düşünmeyi sağlıyor.   Film çekimlerine 2011 Mayıs sonunda Girit’te başlanmıştır. Gökçeada, Milas, Bodrum ve Söke’de devam eden çekimler, Temmuz sonunda tamamlanmıştır.

----------------------------------------------------

Önce kadroyu gösterip sonra da filmi izletseler sonunda yönetmenin kim olduğunu söylerdim. Tam bir Çağan Irmak filmi. Mendilinizi hazırlamadan izlemeye başlamayın. Söylenecek fazla söz bırakmamışlar. Çetin Tekindor bana göre yerli Mel Gibson. Tecrübe. İzlerken üstesinden kalkamayacağı bir rol yok herhalde diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Yunanistan ve Türkiye arasında 1950li yıllarda geçen mübadeleyi, topraklarını bırakmak zorunda olan ve her iki yakada da yabancı olarak görülen insanları anlatan bir film. Yaşanan zorluklar çok güzel işlenmiş. Fazla tanıtımı yapılmadığından adını pek duymamış olabilirsiniz. Bana göre en iyi Türk filmleri listesinde ilk 5e girer.

Ön yargılarınızdan sıyrılarak, din, dil, ırk ayrımı yapmayarak, filmin size hissettirdiği duyguları anlamaya çalışarak izlemenizi tavsiye ediyorum. Emin olun kahkahalar attırmıyor, sürdürülebilir bir heyecan yaratmıyor ama kalbinize dokunuyor tam o boşluğa. Özellikle Girit’ten Türkiye ye göç ederken bebeğin ölüm sahnesi bitirdi beni. Bir de şunu çok söyleyeceksiniz film boyunca Mehmet Bey gibi esnaflar lazım bu ülkeye..

Sıcacık, harika bir Türk filmi. Ailenizle oturup izleyin. Şiddetle tavsiye ediyorum. Ben ağlamayı sevmiyorum diyene de oturtun izletin, pişman olmayacaksınız.

Can Dostum - intouchables 2011


Vizyon Tarihi: 2 Kasım 2011
Yönetmen: Olivier Nakache, Eric Toledano
Senarist: Olivier Nakache, Eric Toledano
Süre: 112dk
imdb puanı: 8.6

Oyuncu Kadrosu: 
Omar Sy(Driss/İdris), Francois Cluzet(Philippe Vassary), Audrey Fleurot(Magalie)

Benim Puanım: 9.2


Filmle ilgili düşüncem:

“4 yanı felçli birini nerede bulabilirsin?” – Cevabı aşağıda..

Zengin bir iş adamı ve aristokrat olan Philippe, yamaç paraşütü yaparken geçirdiği kaza sonrası felç olur ve boynundan aşağısı kullanamaz hale gelir. Driss ise hapishaneden henüz yeni çıkmış bir işsizdir. Philippe 7 gün 24 saat boyunca bakımını üstlenmesi için Driss'i evine yatılı yardımcı olarak alınca ikisinin de dünyası değişecektir. Herkes Driss’in bu iş için uygun olmayacağını düşünürken, Philippe O’na inanır ve bir şans verir. Normal şartlar altında hiçbir zaman yan yana gelmeyecek bu ikili iyisiyle kötüsüyle hayatın tadını beraber çıkarmaya başlarlar. Fransa'da geçtiğimiz kasım ayında vizyona giren film, hayatta bir noktadan sonra kültür ve sınıf farklılıklarının ortadan kalkması temasına odaklanan ve dram-mizah arasında gidip gelen bir yapım.

----------------------------------------------------

Öncelikle film gerçek bir hikayeden alınmış. Bunu bilerek filmi izleyin. Filme gelecek olursak. Çok fazla söz söylemeye gerek yok aslında mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Ben çok beğendim. Arada Hollywood dışı filmleri izlemekte güzeldir. Fransız yapımı ve kesinlikle orijinal dilinde ve de Türkçe altyazılı izleyin. Dilimizde çok fazla Fransızca kelime olduğunu öğreneceksiniz.

Yaşama sevincini, dostluğu, bağlılığı, yardımı, vefayı, gülmeyi, sabrı ve daha birçok duyguyu içinde barındıran sıcacık bir film esintisi bıraktı bende. Eğlenceliydi, izlerken sıkılmadım. Oyuncuları büyük ihtimalle ilk defa göreceksiniz. Şunu söyleyeyim üstesinden fazlasıyla gelmişler.

Kısa ve net olarak film hayata farklı bir açıdan bakmanızı sağlıyor. Sakın filme ön yargılı yaklaşmayın. Oturun ailecek rahat rahat izleyin. Bedava bir Fransa turuna da çıkacaksınız. Herkese tavsiye ediyorum. Yorumlarınızı bekliyorum. İyi seyirler..

Benim bulduğum birkaç kelime:

+ Pardon, Avukat, Embesil(Gerizekalı), Bijuteri(Mücevher), Kasket(Şapka), Aliterasyon

Cevap: - Bıraktığın yerde :)

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Piyanist 2002


Vizyon Tarihi: 24 Mayıs 2002
Yönetmen: Roman Polanski
Senarist: Ronald Harwood, Wladyslaw Szpilman(Kitap)
Süre: 150dk
imdb puanı: 8.5

Oyuncu Kadrosu: 
Adrien Brody(Wladyslaw Szpilman), Thomas Kretschmann(Yüzbaşı Wilm Hosenfeld), Emilia Fox(Dorota)

Benim Puanım: 9.5


Filmle ilgili düşüncem:

Wladyslaw Szpilman, Yahudu asıllı Polonyalı başarılı bir piyanisttir. II. Dünya Savaşı'nda Almanların Polonya'yı işgal etmesiyle hayatı kâbusa döner. Savaş patlak verdiğinde 27 yaşındaydı ve Polonya'nın geleceği en parlak konser piyanistlerinden biriydi. Luftwaffe'de radyo istasyonu bombalandığında Chopin'in C minor Nocturne'nü çalıyordu.Tüm Yahudiler gibi o ve ailesi de evlerinden çıkartılarak Varşova gettolarına sürülmüştü. Bu çok yetenekli genç adam yeni yaşamında karaborsacıların ve işbirlikçilerin eğlendiği barlarda çalmaya başlamıştır.İşte bu işbirlikçilerden biri onu ve ailesini ölüme götüren esir kampı trenlerinden birinden kurtarmıştır. Savaş fısıltıları, direnişçiler ve sürpriz bir Alman subayı sayesinde Szpilman savaşta hayatta kalmayı başarır. Wladyslaw Szpilman Varşova'da yaşamıştır ve 88 yaşında burada ölmüştür.

----------------------------------------------------

Yine bir Nazi katliamı filmi ve yine bir kötü kelimesinin karşılığı bile olamayacak işkencelere maruz kalmış Yahudiler. Roman Polanski harika bir iş çıkarmış olacak ki Film en iyi filmin sahibi olamasa da (ki bence hak etmiş) Polanski en iyi yönetmen oscar ödülünün sahibi oldu. 

Gerçekten inanılmaz bir film. Her şey bir yana tam bir müzik ziyafeti Chopin’i bu filmden sonra dinlemeye başladım. Sahneler inanılmaz etkileyici. Özellikle baba rolünün kampta küçük bir karemela parçasını 6 kişiye paylaştırması ve Yaşlı bir adamın kadının yere dökülen yemeği yere kapaklanıp yemesi çok etkileyiciydi.

Kısacası hayatımda izlediğim en iyi 5 filmden biri diyebilirim. Bu bir yahudi propagandası diyenler olabilir . Haksızlık bu bir sanat diyenler de olabilir. Bana göre emek verilmiş ve güzel bir iş ortaya çıkarılmış. Bunları düşünmek anlamsız. Herkesin izlemesini tavsiye ediyorum. Şu ana kadar izlemediyseniz mutlaka izleyin. Kesinlikle pişman olmayacaksınız. Özellikle gerçek bir hikayeden alınmış olması çok etkiliyor insanı..