31 Ağustos 2012 Cuma

İçinde Yasadıgım Deri 2011


Vizyon Tarihi: 19 Mayıs 2011
Yönetmen: Pedro Almodovar
Senarist: Pedro Almodovar, Agustin Almodovar
Süre: 117dk
imdb puanı: 7.6

Oyuncu Kadrosu: 
Antonio Banderas(Dr Robert Ledgard), Elena Anaya(Vera Cruz), Marisa Paredes(Marilia)

Benim Puanım: 9.5


Filmle ilgili düşüncem:

“İnsanın sığınabileceği tek bir yer vardır.. İçimizde bir yer.. Orada sessizlik, huzur ve özgürlük vardır..”

Gerilim türündeki film, Fransız polisiye yazarı Thierry Jonquet’in “Tarantula” isimli 2005 tarihli romanından uyarlandı. ‘The Skin I Live In’ için Pedro Almodovar, 20 yıl sonra Antonio Banderas’la tekrar bir araya geldi. Filmde Antonio Banderas (Dr.Robert rolünde), bir kazada yanarak ağır yaralanan karısını iyileştirmek için uğraşan bir doktoru canlandırıyor. Komadan çıkan karısı yüzünü görünce intihar ediyor ve bu olayın ardından doktor domuz-insan karışımı yeni bir deri üretme konusunda saplantılı bir hale geliyor. Bir yandan da kızına tecavüz ettiğini düşündüğü bir adamdan da intikam almaya karar veriyor.

----------------------------------------------------

Mükemmel bir yönetmenden, mükemmel bir film. Sözün bittiği yer.. İzlemeden önce filmi daha iyi anlamak içısından konusunu okumanızı öneririm. Konu beni inanılmaz etkiledi. Son zamanlarda vizyona giren en iyi filmlerden biri. Fazla ileriye gidilmiş, insanı rahatsız eden bir senaryosu var. Filmin etkisinden uzun süre çıkamayabilirsiniz bu normal. Filmin ilk 30 dakikası sıkıcı gelebilir. Konuyu kavradığınız zamansa film sizi kendi dünyasına sürüklemeye başlıyor. Sonunu tahmin edemeyeceğiniz, alışılmışın dışına çıkan bir intikam filmi.

Kim kimden itikam alıyor, kim haklı kim haksız gibi tartışmalar olabilir filmin sonunda. Bu da kişinin bakış açısına göre değişebilir. Tavsiyem kendinizi filme vermeniz. Ancak o zaman parçaları birleştirebilirsiniz. Bana göre 9.5 olmasının sebebi de daha etkileyici bir son sahne bekliyordum bu kadar kısa kesilmemeliydi.

Antonio Banderas ve Elena Anaya çok başarılı bir performans sergilemişler özellikle Elena Anaya hayran kaldım ki bir yere kadar. Antonio Banderas hakkında fazla söze gerek yok. Kısacası filmi şiddetle tavsiye ediyorum. Genel izleyici kitlesi olmadığını hatırlatarak tabiyki :)

Filmle ilgili bir müzik:

+ Buika - Por el amor de amar. (Düğünde söylenilen parça) - Ben aradım siz aramayın :)

My Sassy Girl 2001


Vizyon Tarihi: 27 Haziran 2001
Yönetmen: Jae-young Kwak
Senarist: Ho-sik Kim, Jae-young Kwak
Süre: 123dk
imdb puanı: 8.1

Oyuncu Kadrosu: 
Tae-hyun Cha(Kyun Woo), Gianna Jun(Ji-hyun Jun)

Benim Puanım: 7.0


Filmle ilgili düşüncem:

Hikaye şudur: Sevgilisini kaybetmiş acı çeken bir kızın sevgilisinin ölümünün yıldönümünde tanıştığı bir erkek ve yaşadıklarını anlatıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi gelişme bölümünde bu aşka dönüşüyor. Ama kız sevgilisini unutamadığından dolayı yaptığı hırçınlıklar ve yeni tanıştığı genci değiştirme çabasını anlatan bir film çıkmış ortaya.

----------------------------------------------------

Film Kore yapımı ve ben öncelikle bütün Kore halkından özür diliyorum. Hayatta önyargılı olmamak gerektiğini bir kez daha belirtiyorum. Size de öneriyorum çünkü ortada 2 “Hırçın Sevgilim” filmi var ve araştırmazsanız Çinliler yine çakmasını yapmışlar deyip filmi izlemeyi kesebilir ya da hiç izlemeyebilirsiniz. Film 2001 yapımı ve hikayesi çok beğenildiğinden dolayı ABD’li şirket konuyu ve tekrar çekim hakkını satın almış. 2008 yılında Aşk şehri Paris’te yeniden çekilmiş.

Açıkça söylemek gerekirse sonradan çekilmiş olanı daha çok iş yapar. Çünkü eksikleri gördüler. “Seyirciyi fazla uzatmadan nerden daha iyi yakalayabiliriz?” bunu düşündüler ve ortaya daha iyi bir iş çıkardılar.

Bu film hakkında ise başlarda Koreliler film yapmasın diye düşünüyordum. Nedenlerimi sıralayayım; orijinal dilinde izledim, bir aşk filmi ama her cümlenin sonunda “yeee, aaa” gibi uzatmaları olan bir dil sizi aşktan uzaklaştırıyor en başta. Ayrıca bütçe yetersizliğinden olsa gerek buram buram aşk kokan sahnelerden ziyade normal bir amatör kamerayla stüdyo çekimleri yapılmış havasındaydı.

Arada giren müzik çok saçma Charlie Chaplin çıkacakmış gibi hissediyorum. Filmin ikinci yarısını ve uzatmalarını beğendim. Gereksiz uzatmalar vardı. İstenilen tam olarak anlatılmış mı yoksa ABD yapımı filmden aklımda kalanlarla mı bağdaştırdım bilemiyorum.

İzlediğime pişman olmadım ama çok hoşuma giden bir filmde olmadı. Diğer Hırçın Sevgilim filmini izlememişseniz izleyin. İyi seyirler..

Film hakkında küçük bir not:

+ Filmin orijinal adından İngilizceye çevirimi “Garip Kız” dır.

30 Ağustos 2012 Perşembe

Dedemin İnsanları 2011


Vizyon Tarihi: 25 Kasım 2011
Yönetmen: Çağan Irmak
Senarist: Çağan Irmak
Süre: 123dk
imdb puanı: 7.9

Oyuncu Kadrosu: 
Çetin Tekindor(Mehmet Bey), Hümeyra(Peruzat), Gökçe Bahadır(Nurdan), Yiğit Özşener(İbrahim), Durukan Çelikkaya(Ozan)

Benim Puanım: 8.5


Filmle ilgili düşüncem:

Dedemin İnsanları, küçük bir kasabada yaşayan on yaşında bir çocuk ve dedesi aracılığıyla, bir ailenin ve bir ülkenin geçirdiği büyük değişimi anlatıyor. Kalabalık ve sıcak Ege insanlarının hikâyesini izlerken, mübadeleye, öteki olmaya, nereye gidersen git bir yere ait olamamaya, iki yakaya, çok sayıdaki azınlığa, ihtilallere bir defa daha, ama bu kez farklı bir yerden bakmayı ve düşünmeyi sağlıyor.   Film çekimlerine 2011 Mayıs sonunda Girit’te başlanmıştır. Gökçeada, Milas, Bodrum ve Söke’de devam eden çekimler, Temmuz sonunda tamamlanmıştır.

----------------------------------------------------

Önce kadroyu gösterip sonra da filmi izletseler sonunda yönetmenin kim olduğunu söylerdim. Tam bir Çağan Irmak filmi. Mendilinizi hazırlamadan izlemeye başlamayın. Söylenecek fazla söz bırakmamışlar. Çetin Tekindor bana göre yerli Mel Gibson. Tecrübe. İzlerken üstesinden kalkamayacağı bir rol yok herhalde diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Yunanistan ve Türkiye arasında 1950li yıllarda geçen mübadeleyi, topraklarını bırakmak zorunda olan ve her iki yakada da yabancı olarak görülen insanları anlatan bir film. Yaşanan zorluklar çok güzel işlenmiş. Fazla tanıtımı yapılmadığından adını pek duymamış olabilirsiniz. Bana göre en iyi Türk filmleri listesinde ilk 5e girer.

Ön yargılarınızdan sıyrılarak, din, dil, ırk ayrımı yapmayarak, filmin size hissettirdiği duyguları anlamaya çalışarak izlemenizi tavsiye ediyorum. Emin olun kahkahalar attırmıyor, sürdürülebilir bir heyecan yaratmıyor ama kalbinize dokunuyor tam o boşluğa. Özellikle Girit’ten Türkiye ye göç ederken bebeğin ölüm sahnesi bitirdi beni. Bir de şunu çok söyleyeceksiniz film boyunca Mehmet Bey gibi esnaflar lazım bu ülkeye..

Sıcacık, harika bir Türk filmi. Ailenizle oturup izleyin. Şiddetle tavsiye ediyorum. Ben ağlamayı sevmiyorum diyene de oturtun izletin, pişman olmayacaksınız.

Can Dostum - intouchables 2011


Vizyon Tarihi: 2 Kasım 2011
Yönetmen: Olivier Nakache, Eric Toledano
Senarist: Olivier Nakache, Eric Toledano
Süre: 112dk
imdb puanı: 8.6

Oyuncu Kadrosu: 
Omar Sy(Driss/İdris), Francois Cluzet(Philippe Vassary), Audrey Fleurot(Magalie)

Benim Puanım: 9.2


Filmle ilgili düşüncem:

“4 yanı felçli birini nerede bulabilirsin?” – Cevabı aşağıda..

Zengin bir iş adamı ve aristokrat olan Philippe, yamaç paraşütü yaparken geçirdiği kaza sonrası felç olur ve boynundan aşağısı kullanamaz hale gelir. Driss ise hapishaneden henüz yeni çıkmış bir işsizdir. Philippe 7 gün 24 saat boyunca bakımını üstlenmesi için Driss'i evine yatılı yardımcı olarak alınca ikisinin de dünyası değişecektir. Herkes Driss’in bu iş için uygun olmayacağını düşünürken, Philippe O’na inanır ve bir şans verir. Normal şartlar altında hiçbir zaman yan yana gelmeyecek bu ikili iyisiyle kötüsüyle hayatın tadını beraber çıkarmaya başlarlar. Fransa'da geçtiğimiz kasım ayında vizyona giren film, hayatta bir noktadan sonra kültür ve sınıf farklılıklarının ortadan kalkması temasına odaklanan ve dram-mizah arasında gidip gelen bir yapım.

----------------------------------------------------

Öncelikle film gerçek bir hikayeden alınmış. Bunu bilerek filmi izleyin. Filme gelecek olursak. Çok fazla söz söylemeye gerek yok aslında mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Ben çok beğendim. Arada Hollywood dışı filmleri izlemekte güzeldir. Fransız yapımı ve kesinlikle orijinal dilinde ve de Türkçe altyazılı izleyin. Dilimizde çok fazla Fransızca kelime olduğunu öğreneceksiniz.

Yaşama sevincini, dostluğu, bağlılığı, yardımı, vefayı, gülmeyi, sabrı ve daha birçok duyguyu içinde barındıran sıcacık bir film esintisi bıraktı bende. Eğlenceliydi, izlerken sıkılmadım. Oyuncuları büyük ihtimalle ilk defa göreceksiniz. Şunu söyleyeyim üstesinden fazlasıyla gelmişler.

Kısa ve net olarak film hayata farklı bir açıdan bakmanızı sağlıyor. Sakın filme ön yargılı yaklaşmayın. Oturun ailecek rahat rahat izleyin. Bedava bir Fransa turuna da çıkacaksınız. Herkese tavsiye ediyorum. Yorumlarınızı bekliyorum. İyi seyirler..

Benim bulduğum birkaç kelime:

+ Pardon, Avukat, Embesil(Gerizekalı), Bijuteri(Mücevher), Kasket(Şapka), Aliterasyon

Cevap: - Bıraktığın yerde :)

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Piyanist 2002


Vizyon Tarihi: 24 Mayıs 2002
Yönetmen: Roman Polanski
Senarist: Ronald Harwood, Wladyslaw Szpilman(Kitap)
Süre: 150dk
imdb puanı: 8.5

Oyuncu Kadrosu: 
Adrien Brody(Wladyslaw Szpilman), Thomas Kretschmann(Yüzbaşı Wilm Hosenfeld), Emilia Fox(Dorota)

Benim Puanım: 9.5


Filmle ilgili düşüncem:

Wladyslaw Szpilman, Yahudu asıllı Polonyalı başarılı bir piyanisttir. II. Dünya Savaşı'nda Almanların Polonya'yı işgal etmesiyle hayatı kâbusa döner. Savaş patlak verdiğinde 27 yaşındaydı ve Polonya'nın geleceği en parlak konser piyanistlerinden biriydi. Luftwaffe'de radyo istasyonu bombalandığında Chopin'in C minor Nocturne'nü çalıyordu.Tüm Yahudiler gibi o ve ailesi de evlerinden çıkartılarak Varşova gettolarına sürülmüştü. Bu çok yetenekli genç adam yeni yaşamında karaborsacıların ve işbirlikçilerin eğlendiği barlarda çalmaya başlamıştır.İşte bu işbirlikçilerden biri onu ve ailesini ölüme götüren esir kampı trenlerinden birinden kurtarmıştır. Savaş fısıltıları, direnişçiler ve sürpriz bir Alman subayı sayesinde Szpilman savaşta hayatta kalmayı başarır. Wladyslaw Szpilman Varşova'da yaşamıştır ve 88 yaşında burada ölmüştür.

----------------------------------------------------

Yine bir Nazi katliamı filmi ve yine bir kötü kelimesinin karşılığı bile olamayacak işkencelere maruz kalmış Yahudiler. Roman Polanski harika bir iş çıkarmış olacak ki Film en iyi filmin sahibi olamasa da (ki bence hak etmiş) Polanski en iyi yönetmen oscar ödülünün sahibi oldu. 

Gerçekten inanılmaz bir film. Her şey bir yana tam bir müzik ziyafeti Chopin’i bu filmden sonra dinlemeye başladım. Sahneler inanılmaz etkileyici. Özellikle baba rolünün kampta küçük bir karemela parçasını 6 kişiye paylaştırması ve Yaşlı bir adamın kadının yere dökülen yemeği yere kapaklanıp yemesi çok etkileyiciydi.

Kısacası hayatımda izlediğim en iyi 5 filmden biri diyebilirim. Bu bir yahudi propagandası diyenler olabilir . Haksızlık bu bir sanat diyenler de olabilir. Bana göre emek verilmiş ve güzel bir iş ortaya çıkarılmış. Bunları düşünmek anlamsız. Herkesin izlemesini tavsiye ediyorum. Şu ana kadar izlemediyseniz mutlaka izleyin. Kesinlikle pişman olmayacaksınız. Özellikle gerçek bir hikayeden alınmış olması çok etkiliyor insanı..


Sil Baştan 2004


Vizyon Tarihi: 19 Mart 2004
Yönetmen: Michel Gondry
Senarist: Charlie Kaufman, Michel Gondry
Süre: 108dk
imdb puanı: 8.4

Oyuncu Kadrosu: 
Jim Carrey(Joel Barish), Kate Winslet(Clementine Kruczynski), Kristen Dust(Mary) Elijah Wood(Patrick)

Benim Puanım: 9.0


Filmle ilgili düşüncem:

Clementine Kruczynski (Kate Winslet) ile Joel Barish (Jim Carrey) bir kumsalda tanışırlar. Birbirlerinden çok farklıdırlar. Joel, içine kapalı ve mantıklı; Clementine, dışa dönük ve içgüdüleriyle hareket eden biridir. Birbirlerini severler. Sonra zamanla sorunlar başlar, en ufak şey batar, tahammülsüzlük artar. Ayrılırlar. Clementine mutsuzdur. Joel’i unutarak mutsuzluğunu bitirebileceğini düşünür. İnsanların hafızalarını temizleyen bir doktora gider. Joel ile ilgili tüm anılarını sildirir. Bu durum karşısında hayal kırıklığına uğrayan ve Clementine’i unutmak için aynı prosedürü kendi üstünde uygulatmaya karar veren Joel, sıkı kurallar ve tam gizlilik ilkesiyle çalışan deneysel tıp merkezi Lacuna Laboratuarı’nın yolunu tutar. Kendisi de Clementine’ın anılarından kurtulmak ister. Fakat o uykusundayken yürütülen işlemin bir noktasında, kaybetmek istemediği hatıralarla karşılaşır. Vazgeçmek ister. Clementine’ı içinde tutmak ister. Ama uyku halindeyken sesini duyuramaz. Ve Clementine’ı zihninin içinde saklamaya çalışır. Birlikte Joel’in zihninde bir yolculuğa çıkar ve birbirlerini kaybetmemeye çalışırlar.

----------------------------------------------------


Jim Carrey’i böyle duygusal bir rolde görmek beni şaşırttı. Ancak adam oynuyor kardeşim. Çok başarılı. Filmin özetinde hafıza silmek nedir abi deyipte saçma bir filmdir kesin duygusuna kapılmayın sakın. Şunu söylemeliyim ki gerçekçi bir film. Arabalarda teyp ve kasetin olduğu zamanlar. Bir çok ünlü ismi yan rollerde görmek mümkün. Yüzüklerin efendisinin Frodo’su, Örümcek Adamın Mary Jane’i..

 Film başta içimi burktu ve boğazımı düğümledi. Eğer inception filmini izlediyseniz; aklınız rüyanın içine girmekten o filme gidebilir. Ama inceptiona göre biraz daha yüzeysel. İnanılmaz güzel işlenmiş. Gecenin bir yarısı can sıkıntısına izlemeyin anlamayabilirsiniz. Çünkü düz bir aşk filmi zannetmeyin. Epey düşünmeniz gerekiyor.

Filmin neresi önceydi neresi sonraydı karıştırmamanız için Yönetmen güzel bir detay da vermiş. Clementin’in saçları mavi olduğu zamanlar şimdiden bahsediyor. Herkese tavsiye ediyorum, kesinlikle pişman olmayacaksınız.

Ek bilgi:

+ Filmin Orijinal Adı – Eternal Sunshine of the Spotless Mind yani ‘Lekesiz Zihnin Sonsuz Güneşi’ anlamına gelen Alexander Pope'un yazdığı Eloisa to Abelard isimli aslı çok daha uzun olan şiirinin bir bölümünden alınmıştır.

+ Film 2004 yılı En iyi Film Oscar ödülünün sahibidir.



27 Ağustos 2012 Pazartesi

Aşk Tesadüfleri Sever 2011


Vizyon Tarihi: 4 Şubat 2011
Yönetmen: Ömer Faruk Sorak
Senarist: Nuran Evren Şit, İpek Sorak
Süre: 118dk
imdb puanı: 7.4

Oyuncu Kadrosu: 
Mehmet Günsür(Özgür), Beçlim Bilgin(Deniz), Yiğit Özşener(Burak)

Benim Puanım: 8.5


Filmle ilgili düşüncem:


“Aşk Tesadüfleri Sever”, doğumlarından itibaren çocukluk ve ilk gençlik yılları boyunca yolları Ankara’da kesişen, 2010 yılında İstanbul’da tanışan Özgür (Mehmet Günsür) ve Deniz’in (Belçim Bilgin) birbirlerine doğru ve engellerle dolu aşk macerasını anlatırken, bir yandan da geri dönüşlerle onların bugünlerini yaratan dönemlere uzanıyor. Film, Türkiye’nin 70’li, 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarını ziyaret ederek, o yılların artık unutulmaya yüz tutmuş popüler kültür öğelerinden, müziklerinden, yaşam biçimlerinden ve alışkanlıklarından besleniyor. “Aşk Tesadüfleri Sever” pek çok gerçek hikayeden yola çıkılarak derlenmiş olaylar bütünüyle; İstanbul’dan Ankara’ya yaptığı nostaljik yolculuğun içinde izleyiciye doyurucu, duygusal, yıllarca akıllardan çıkmayacak bir aşk filmi vaad ediyor.

----------------------------------------------------

Açıkça söylemeliyim ki filmi sinemada izlediğimde herkes gibi inanılmaz bir duygu seline kapılmıştım. Filmi tam anlamıyla yorumlamak için bir kez daha izledim fakat sinemada izlediğimde ki etkiyi alamadım. Belki de ilk an ki tepkim farklıydı. Sonra ne olacağını bilmiyordum ve merak bunu göz ardı ediyordu. Filmi izlerken eskiye dönüşler mükemmel, Ankara’nın o eski sarı halini görmek apayrı bir duygu yaratıyor. Belçim bilgin çok gerçekçi oynamış, hafif bir tedirginlik hissediliyor ama biraz zaman vermek lazım, Mehmet Günsür biraz daha oyuncu kalmış yine de birbirlerinin uyumunu beğendim. Burak’a yapılan  haksızlıktı diyenler olabilir bir şey diyemiyorum.

En etkileyici sahne Mehmet Günsür’ün Eylül Akşamı şarkısını söylediği ve babasının kaset doldurduğu sahneydi.

Olumsuz olarak şu var ki biz yoğun duygu patlaması olan filmleri seviyoruz. Yönetmen de bunu biliyor ki sonu bana göre çok basit bir şekilde bitirilebilirdi. İlgi çekici bir son hazırlanmak ve duyguları zirvede bitirmek istenmiş. Ama bence böyle romantik filmlerde basit sonlar hep daha iyidir.

Kısacası bana göre Türkiye’de şu ana kadar yapılmış en iyi iki ya da üç romantik filmden biridir. Herkesin izlemesini tavsiye ediyorum. Ağlayın açılırsınız :)

Asabiyim - Kızgın Yönetici 2003


Vizyon Tarihi: 20 Haziran 2003
Yönetmen: Peter Segal
Senarist: David Dorfman
Süre: 106dk
imdb puanı: 6.1

Oyuncu Kadrosu: 
Adam Sandler(Dave Buznik), Jack Nicholson(Dr Buddy Rydell), Marisa Tomei(Linda)

Benim Puanım: 7.3


Filmle ilgili düşüncem:

Uçaktaki küçük bir yanlış anlama, kışkırtıcı bir şekilde olayları kontrolden çıkarır. Mahkeme, çekingen işadamı Dave Buznik'in (Sandler) , uzman Dr. Buddy Rydell'Den öfke kontrolü terapisi almasına karar verir. Dave önerileri isteksizce kabul eder. Ancak aksilikler bununla bitmez. Budy, agresif ve alışılmışın dışındaki tedavi yönteminin bir parçası olarak Dave'in evine taşınır. Budy hayatının her yönü ile öfke saçar.

----------------------------------------------------

İki Ustanın bir araya gelmesiyle harika bir film ortaya çıkmış. Öncelikle şunu söylemeliyim ki kendinizi Dave’in yerine koyuyorsunuz ve çıldırıyorsunuz fakat inanılmaz eğlenceli ve hoş vakit geçirten bir film.

Bir ara filme anlam veremeyebilirsiniz, bu sizi sıkabilir ama sonunu bekleyin. Tahmin etmediğim yoldan ama olması gereken gibi biten bir son ile yönetmen bir son dakika golü atmış izleyiciye.

En basitinden izlerken sıkılmıyorsunuz. Jack Nicholson, inanılmaz pozitif, izlerken müthiş saygı duyuyorum. Tecrübe ve yeteneğin yanında bitmek bilmeyen enerjisi bu filmi güzel yapan en güzel etken bana göre.  Marisa Tomei’nin doğal güzelliği de bir diğer etken olabilir. Bir dikkatimi çeken detay ise Adam Sandler Yahudi mi bilmiyorum ama her filminde mutlaka en az bir kere Yahudilikle ilgili bir bölüm geçiyor. Kısacası herkese tavsiye ediyorum. Aman ha eş dostla izlemeyin de.

Filmden güzel birkaç enstantane:

+ Alay, öfkenin çirkin kuzenidir.

+ Nereye bakarsan bak, görecek bir şey vardır.

+ Bir genç kızın ilgisini çekmenin yolu; kendine güvenmektir.


9 Ağustos 2012 Perşembe

Düşler Bahçesi - We Bought a Zoo 2012


Vizyon Tarihi: 20 Haziran 2012
Yönetmen: Cameron Crowe
Senarist: Aline Brosh McKenna, Cameron Crowe
Süre: 124dk
imdb puanı: 7.4

Oyuncu Kadrosu: 
Matt Damon(Benjamin Mee), Scarlett Johansson(Kelly Foster), Maggie Elizabeth Jones(Rosie Mee), Elle Fanning(Lily Miska), Colin Ford(Dylan Mee)

Benim Puanım: 8.5


Filmle ilgili düşüncem:

Eşini kaybettikten sonra iki çocuğunu yalnız büyütmeye çalışan Benjamin hep beraber yaşadıkları kentten uzakta, doğayla daha baş başa olabilecekleri yeni bir eve taşınmak, yeni bir başlangıç yapmak ister. Fakat taşınmak için seçtikleri ev aslında bir hayvanat bahçesidir! Başta çok şaşırsalar da, bu eve taşınmaya ve terk edilmiş hayvanat bahçesini yeniden canlandırmaya karar verirler. Bu hem maddi hem menevi açıdan zorlu ama bir o kadar da tutku dolu bir macera olacaktır...

Başrollerini Matt Damon ve Scarlett Johansson'ın paylaştığı filmin senaryosu We Bought a Zoo adlı gerçek hayat hikayesini anlattığı romandan Aline Brosh McKenna ve filmin yönetmenliğini de üstlenen Cameron Crowe tarafından uyarlandı. Film sıcak bir aile yapımı...

----------------------------------------------------

Matt Damon, tam bir baba rolünde. Hakkını vermek lazım Matt ve Scarlett varsa bu film izlenir, pişman olunmaz. Farklı bir konu. Daha doğrusu konu sıkıntısı çeken Hollywood için fantastik gerçekdışı filmlerinin yanında çok gerçekçi ve bir o kadarda güzel bir film. Böylesi oyuncularla harmanlanınca sıcacık, izlenilesi bir yapım olmuş.

Çılgın ve hayatı macera dolu yaşayan bir adamın bir başka macerası hayvanat bahçesini yeniden ayaklandırmak için sarf ettiği çaba ve birbirine sıkıca sarılan bir ailenin hikayesine bir de yaşanmış bir olaydan alınması eklenince tadından yenmiyor. Filmin sonu da harika. Ailecek oturup izleyin .Büyük keyif alacağınıza söz veriyorum ve yorumlarınızı bekliyorum. İyi seyirler..


Filmden güzel birkaç cümle:

+ Kızlarla konuşmak kolaydır, Sana her şeyi söylerler. Konuşmanın sırrı dinlemektir.

+ Bazen gereken sadece 20 saniyelik deli cesareti.. ve sonunda mutlaka kazanırsın..

+ Neden sizin gibi harika bir kadın benim gibi biriyle konuşsun ki?
  - Neden olmasın..



Çömez 2010


Vizyon Tarihi: 24 Haziran 2011
Yönetmen: Jeffrey Fine
Senarist: Jeffrey Fine
Süre: 99dk
imdb puanı: 6.8

Oyuncu Kadrosu: 
Kyle Gallner(Aaron), Laura Allen(Linda), Brittany Robertson(Beth)

Benim Puanım: 7.5


Filmle ilgili düşüncem:

Aaron, Ivy League mühendislik programında okuyan zeki ama sakin bir öğrencidir. Burada karşılaştığı, 34 yaşında yeniden okula dönen hayat dolu çılgın Linda, Aaron’u hayallere sürükleyen ilk kadındır. Linda onu evine yemeğe davet ettiğinde Aaron artık çok şanslı olduğunu düşünür. Eve gittiğinde Linda yerine 14 yaşındaki asi kızı Beth ile karşılaşır... Romantik matematik her iki yönde de çalışmaz ama Aaron her şeye rağmen bu işlevsiz üçgenin içine girer. Artık hayat, Aaron karmaşık sandığı mühendislik eğitiminden çok daha karışıktır.

----------------------------------------------------

Kötü bir film değil. Sadece biraz yavaş ilerliyor. Bu da fazla bir sorun teşkil etmiyor. Farklı bir konu ve farklı bir deneyim var. Tipik Amerikan filmlerinden eklemeler olmazsa olmaz tabii ki. Bir şeyler başarmaya çalışan varlığını ve kendi ayakları üzerinde durabileceğini ailesine hissettirmeye çalışan asosyal bir gencin bir şeyleri yaşayarak öğrenip sonunda başarılı olmasını aktarıyor izleyiciye.

Mutsuz bir son var. Ama çocuk ders çıkartarak; büyüdüğünü ve hayatın farkında olduğunu hissederek bitiyor. Erkek izleyiciler çocuğun hem bir mühendis hem de bu kadar şanslı olmasına küfredebilirler, haklılar :)

Film hakkında genel algı iyi başlıyor ama sıradanlaşarak devam ediyor ve basit bir son. Filmler göreceli olduğundan dolayı bana güzel gelen başkasına kötü gelebilir. Ailenizle birlikte izlemenizi tavsiye etmem. Gece film izlemek istediniz, gençlik filmlerini seviyorsanız ve sizi düşündürmeyecek bir film arıyorsanız tavsiye ederim. Ben beğendim. Film sizi yormuyor. İyi seyirler..


Güzel Dedektif 2: Silahlı ve Cazibeli 2005


Vizyon Tarihi: 1 Nisan 2005
Yönetmen: John Pasquin
Senarist: Marc Lawrence, Katie Ford
Süre: 115dk
imdb puanı: 4.7

Oyuncu Kadrosu: 
Sandra Bullock(Ajan Gracie Hurt), Regina King(Sam Fuller), William Shatner(Stan Fields), Ernie Hudson(Fbı Asst. Director Harry Mcdonald), Heather Burns(Cheryl Frasier)

Benim Puanım: 7.0


Filmle ilgili düşüncem:

Gizli görev gereği ABD Güzellik Yarışmasına katılarak bir gecede medyada sansasyon yaratıp, ABD Güzeli'ni tehdit eden tehlikeyi de başarıyla ortadan kaldıran FBI Ajanı Gracie Hart'ın son zamanlarda işleri pek yolunda gitmemektedir. Gracie bir ilişkiden henüz çıkmıştır ve yeni kazandığı ününün çok sevdiği gizli görev konumunu tehlikeye atmasından ötürü hayal kırıklığı yaşamaktadır. Gracie, gönülsüzce de olsa, patronu Ajan McDonald tarafından büroya kendisi için mümkün olan tek yolla hizmet vermeye ikna olur.Saçlarını yaptırıp, süslü püslü giyinip, talk show'larda 'FBI'ın yüzü' olacaktır. Tarihindeki en büyük PR (Halkla İlişkiler) kampanyasına girişen FBI, yeni poster kızının boy boy fotoğraflarını bastırır. Gracie, bu fotoğraflarda, sert hatlarını yumuşatan stilist Joel'in yardımıyla, güzellik yarışmasındaki kahramanlıklarını hayran kitlesi için tekrar sergiler.İlk başta dirense de, Gracie kısa süre sonra ilgiye alışır ve fazla geçmeden kendini rolüne biraz fazlaca kaptırır. Yeni ortağı Sam Fuller, sert ve hırslı bir ajandır ve ortağının en büyük hayranı olmadığını belli eder. Zaten, Büroya, havalı yıldızlarının bir FBI Barbie’sine dönüştüğüne ilk işaret eden de odur.Ama Gracie'nin en iyi arkadaşı, güzellik yarışmasının galibi Cheryl Frazier ve sunucu Stan Fields Las Vegas'ta kaçırılınca, Gracie'nin suçla savaş dürtüsü yeniden uyanır.Ünlü maskotlarını kaybetme riskini almak istemeyen üst düzey FBI yetkilileri, bir basın konferansı bahanesiyle genç kadını ve koruması rolünde de Sam'i Las Vegas'a gönderirler. Fakat kurtarma operasyonunu yönetmesi için yerel FBI süpervizörü Collins'i ve her şey bitene kadar Gracie ve beraberindekileri güvenli bir şekilde ayak altından uzak tutmak için de ajan Jeff Foreman'ı görevlendirirler.Ne var ki Collins soruşturmayı yanlış yönde sürdürüyor gibidir. Bu yüzden, Gracie bir kez daha görüntünün yanıltıcı olduğunu, zor bir dava ya da arkadaşlara yardım etmek söz konusuyken, yapmayacağı hiçbir şey olmadığını kanıtlamak zorunda kalır.

----------------------------------------------------

İlk filmdeki başarının ardından daha geniş bir kadroyla yük Sandra’nın omuzlarından yan rollere dağıtılmış olsa da Sandra Bullock her zaman ki gibi kaldığı yerden devam ediyor. İlk filme arasından 4 yıl geçmiş olmasına karşın filmde bu süre üç hafta olarak gösteriliyor. Ve herkesin aklına aynı soru geliyor. Bir insan hiç yaşlanmaz mı? Bu Sandra Bullock ise durup bir daha düşünmek gerekiyor sanırım. Önce ilk filmi izlemezseniz bu filmden hiçbir şey anlamayabilirsiniz. Sırasıyla izlemenizi öneririm. Espriler ilk filmdeki gibi kaliteli. Ben beğendim. Güzel vakit geçirdim ve keyif aldım. Sandra Bullock severler kaçırmasın :)

Güzel Dedektif 2000


Vizyon Tarihi: 13 Nisan 2001
Yönetmen: Donald Petrie
Senarist: Marc Lawrence, Katie Ford
Süre: 109dk
imdb puanı: 6.0

Oyuncu Kadrosu: 
Sandra Bullock(Ajan Gracie Hurt), Michael Caine(Victor Melling), Benjamin Bratt(Eric Matthews), William Shatner(Stan Fields)

Benim Puanım: 7.4


Filmle ilgili düşüncem:

Asla gece elbisesi giyen bir FBI ajanına bulaşmayın !

Gracie Hart (Bullock), pek çekici olmayan, feminist bir FBI ajanıdır. Amerikan Güzellik Yarışması'na bir terörist saldırı ihbarı alan Federal Büro, kılık değiştirmiş bir ajanı etkinliğe katar. Ajan Gracie Hart, yakın dövüşte ve ateşli silahlı kullanmakta ustadır. Fakat, diğer yarışma finalistleriyle birlikte allanıp pullandığında üzerine yönelecek ateşli bakışlara hiç de hanımefendi gibi karşılık veremez...

Macera-komedi türündeki film, Sandra Bullock’un cazibesi ve oyunculuğu üzerine kurulu. Michael Caine ve Uzay Yolu’nun Kaptan Kirk’ü William Shatner diğer önemli rollerde...

----------------------------------------------------

Bu filme başta sıcak bakmamıştım. Çünkü Sandra Bullock ve komediyi bir türlü bağdaştıramıyordum ve filmin sadece onun üzerine kurulu olması beni biraz uzak tutuyordu. Genelde film hakkında hiç fikrim yoksa yapımcılarına bakarım. Filmin yapımcısı Warner Borus’tu. Şaşırdım, birkaç yorum okuyayım dedim fakat birinin söylediği, diğerini tutmuyordu. Açtım,  izledim ve ön yargılı olmamak gerektiğini bir kez daha anladım. Bir daha Sandra Bullock varsa asla kaçırmam. O sert imajına komedi çok yakışıyor. Çok iyi ve çok doğal bir oyunculum çıkartmış. Bir kere hiç sıkılmıyorsunuz. Komedi olarak bir alex değil ancak yine de yeteri derece de güldürüyor. Konu basit olabilir ama Sandra izletmeyi başarıyor. Komedi film ve Sandra Bullock sevenler izleyebilir. Aile ile de izlenebilir. Keyifli bir film pişman olmazsınız.

I am Sam 2001


Vizyon Tarihi: 12 Temmuz 2002
Yönetmen: Jessie Nelson
Senarist: Kristine Johnson, Jessie Nelson
Süre: 132dk
imdb puanı: 7.4

Oyuncu Kadrosu: 
Sean Penn(Sam Dawson), Michelle Pfeiffer(Rita Harrison Williams), Elle Fanning(Lucy 2 Years), Dianne Wiest(Annie Cassell), Dakota Fanning(Lucy Diamond Dawson)

Benim Puanım: 9.0


Filmle ilgili düşüncem:

Sam Dawson, kızı ile mutlu bir şekilde yaşayan ve Beatles'a büyük hayranlık besleyen bir adamdır. Genç adamın zeka düzeyinin 7 yaşında bir çocuğunkine eş durumda olması onları çok fazla rahatsız etmez. Kızı 7 yaşına geldiğinde ise onun için asıl sorunlar başlar. Artık kızı ondan çok daha ileri bir düzeye gelmektedir ve Sam ona pek fazla yardım edememektedir. Hükümet görevlileri kızı Sam'in yanından alırlar. Sam kızını geri alabilmek için 'sevgi' kelimesinin anlamına fazlasıyla uzak olan ama işinde en iyi avukatlardan biri Rita Harrison’ı kiralar.

----------------------------------------------------

Bu filmi ilk 13 yaşımda izledim ve o gün ve daha sonraki 10 gün beni çok etkilemişti. Yavaş yavaş unutmaya başladım ama içimde bir yerlerde bana durmadan bu filmi hatırlatan birkaç şey daima saklı kalıyordu. Filmi dün ikinci kez seyrettim. Kabul etmem gerekir ki o günkü kadar şok etkisi yaratmadı bende fakat bu sefer farklı bir duygu uyandırdı. Daha büyük bir yaşın getirdiği sorumluluklar ve düşünceyle daha bir dokundu yüreğime.

Sean Penn.. Diyecek söz yok sanırım. 13 yaşımda izlediğimde gerçekten özürlü birini oynatıyorlar zannediyordum. Kızının ismini Şarkı sözünün aynısı olan “Lucy in the sky with diamond” koyacak kadar Beatles hayranı bir baba. Filmi izlerken içinizde sanki buharda bir şeyler pişiyor ve buhar gözlerinizden çıkmak istiyor ve sizde film boyunca engel oluyorsunuz. Michelle Pfeiffer’e de ayrı bir parantez açmak gerekiyor sanırım. O da filmin temel taşlarından birisi konumunda ve rolünün üzerinden hakkıyla gelmiş. Özellikle Sam’in evine gidip isyan ettiği sahne tekrarlanıp izlenmeye değer. Bir de Sam bir şeyler başarmak isterken sanki sizden biriymiş gibi “yap oğlum söyle oğlum hadi babacım” gibi tepkiler verebilirsiniz :) Kısaca Herkes izlesin, izlemek istemeyene de zorla izletsin. Hatta 2 3 kez izleyin.

En etkilendiğim sahneler:

Küçük kız babasıyla gece yatarken hikaye okuyor. Kız okumayı yeni yeni söküyor, baba ise o kelimeleri okuyamıyor. Yardım etmesi gerekiyor ama edemiyor.

+ Kız: Sen Aptalsın.
+ Sam: Ama sen aptal değilsin ve o kelimeyi okuyabilirsin.

Sam kızıyla konuşuyor:
+ Dün gece sana bir mektup yazıyordum ama kelimeler çok büyüktü..

Ve Mahkemedeki bir söz:
+ Eğer bir insanın hayatından en sevdiğini alırsanız kalan hayatını o boşluğu doldurmakla geçirir.

The Hangover II 2011


Vizyon Tarihi: 3 Haziran 2011
Yönetmen: Todd Phillips
Senarist: Craig Mazin
Süre: 102dk
imdb puanı: 6.5

Oyuncu Kadrosu: 
Bradley Cooper(Phil Wenneck), Zach Galifianakis(Alan Garner), Ed Helms(Stu), Mason Lee(Teddy), Jamie Chung(Lauren)

Benim Puanım: 8.0


Filmle ilgili düşüncem:

Phil (Bradley Cooper), Stu (Ed Helms), Alan (Zach Galifianakis) ve Doug (Justin Bartha), Stu’nun düğünü için Bangkok'a giderler. Las Vegas’taki unutulmaz bekarlığa veda partisinden sonra, Stu bu sefer kendi bekarlığa vedasını asla şansa bırakmadan gayet sakin bir "düğün öncesi kahvaltısı"nı yeğler. Fakat kankaları için onca yol tepen Phil, Doug ve Alan bir kahvaltıyla asla yetinmeyecektir.

Stu'yu akşam sahilde sadece birer bira içmeye ikna eden ekip, ertesi sabah hiç hesapta olmayan olaylara karışmış biçimde ayılırlar... Bu sefer de hiçbir şey planlandığı gibi gitmez. Vegas’ta olan Vegas’ta kalır ama Bangkok'ta olanlar hayal bile edilemez.

Todd Phillips’in yönetmenliğinde, 2009’un en çok ses getiren filmlerinden biri olarak tüm zamanların en çok hasılat yapan komedisi olma unvanını elinde bulunduran “Felekten Bir Gece”nin devam filmi, çeteyi kaldığı yerden alıp, bu kez Bangkok sokaklarına sürüklüyor...

Harika bir komedi. Allen karakteri müthiş zaten filmin komedi unsuru onun üzerine kondurulmuş. Filmi genel olarak bir tebessüm ile izliyorsunuz ama birkaç yerde cidden sesli güldüm. Gülmenin yanında, gizemi çözme içgüdünüz de ağır basıyor. Filmi izlerken sıkıldığımı hatırlamıyorum. Warner Bros iyi yere yatırım yapmış. Herkese tavsiye ediyorum eminim çok güleceksiniz. İmdb puanına aldanmayın ve aileyle birlikte izlememeye özen gösterin.



8 Ağustos 2012 Çarşamba

Büyükler 2010


Vizyon Tarihi: 13 Ağustos 2010
Yönetmen: Dennis Dugan
Senarist: Adam Sandler, Fred Wolf
Süre: 102dk
imdb puanı: 5.8

Oyuncu Kadrosu: 
Adam Sandler(Leny Feder), Salma Hayek(Roxanne Chase-feder), Rob Schneider(Rob Hilliard), Kevin James(Eric Lamonsoff), Chris Rock(Kurt Mckenzie) ve David Spade(Marcus Higgins)

Benim Puanım: 8.5


Filmle ilgili düşüncem:

Büyükler, küçükken okul basketbol takımından iyi arkadaş olan ve Dört Temmuz hafta sonu için aileleriyle birlikte otuz yıldan beri bir kaç kez bir araya gelen beş erkek hakkında dur durak bilmeyen bir komedi. Kaldıkları yerden arkadaşlıklarına devam eden bu beş kişi, ilerleyen yaşın büyümek anlamına gelmediğini keşfederler.

Film 30 yıl öncesinin basket maçıyla başlıyor ve koçun ölümü sebebiyle toplandıkları cenaze töreniniyle devam ediyor.

Filmin yapımcısı Adam Sandler ve siz bunu bilerek izlerseniz filmde Sandler’ın liderliğini epey hissediyorsunuz. Yani iyi adam, iyi hikaye başarılı örnek hikayesini anlatıyor

Film çok hoşuma gitti. Uzun süredir bir komedi filminde bu kadar güldüğümü hatırlıyorum. Espriler çok kaliteli. Salma Hayek anne rolünün üstesinden gelmiş. Kuşat çatışmasının işlenmesi adı altında harika bir komedi oluşturulmuş. Hep birlikte Ağaca ve kıza sırasıyla baktıkları sahneye inanılmaz güldüm. 4 temmuz ve Amerikan bayrağı filmin bir parçası tabii ki. Amerikalılar tanıtım işini çok iyi yapıyorlar. Filmi büyük küçük herkese tavsiye ediyorum. Özellikle de gülmeyi unutmuşlara.

7 Ağustos 2012 Salı

Johnny English'in Dönüşü 2011


Vizyon Tarihi: 28 Ekim 2011
Yönetmen: Oliver Parker
Senarist: Hamish McColl
Süre: 100dk
imdb puanı: 6.2

Oyuncu Kadrosu: 
Rowan Atkinson(Johnny English), Ajan Simon(Dominic West), Ajan Tucker(Daniel Kaluuya), Kate Summer(Rosamund Pike), Pegasus(Gillian Anderson)

Benim Puanım: 7.5


Filmle ilgili düşüncem:

Gizli ajanların 'en tesadüfi' olanı Johnny English, küllerinden doğarak geri dönüyor! Bu sefer dünya büyük bir kaosun eşiğinde zira Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı uluslararası bir suikast örgütünün tehdidi altında. Asya'da gözlerden uzak bir hayat sürerek üstün yeteneklerini geliştiren gizli ajan Johnny English'e dünyanın bir kez daha ihtiyacı var.

KGB, CIA ve hatta MI-7'nin bile dahil olduğu bir komplo ağını çözmek için yüksek teknoloji donanıma ihtiyacı olan ajan Johnny, uluslararası düzenlenecek üst düzey bir konferans öncesi elindeki bütün numaraları kullanmak zorunda...

Rowan Atkinson, nam-ı diğer Mr. Bean, sekiz sene önce Johnny English (2003) ile tanıştığımız ve filme de ismini veren iki numaralı komik ve sakar karakteriyle geri dönüyor. Kendisinden beklendiği gibi sığ sulardan uzaklaşmadan, riske girmeden ve kendine özgü klişeleri peşi sıra kullanmayı ihmal etmeden ilk filme çok benzeyen, lakin güldürmeyi de başaran bir devam filmiyle karşımıza çıkıyor.

Filmde akıcı bir İngilizce var alt yazı ile izlemenizi tavsiye ediyorum. Mozambikteki olaydan sonra Sir ünvanı elinden alınan English, kendini maneviyata verirken çıkıyor karşımıza. Film başlamasıyla beraber sizde bir Mozambik merakı uyandırıyor. Merak etmeyin fazla uzun sürmeden nedeni açıklanıyor.

Adam tam bir mimik ustası, tartışmasız bir numara. Her dakikası ayrı bir komedi. İzlerken keyif alabileceğiniz. Ailenizle birlikte büyükbabanızı da yanınıza alıp izleyebileceğiniz güzel bir komedi. Komedi seven sevmeyen Herkese tavsiye ediyorum.



2 Ağustos 2012 Perşembe

Rina 2010


Vizyon Tarihi: 9 Nisan 2010
Yönetmen: Şenol Sönmez
Senarist: Erkan Ersözer
Süre: 105dk
puanı: 7.5

Oyuncu Kadrosu: 
Merve Sevi(Zehra), Eray Türk(Ali), Paşhan Yılmazel(Ömer), Çağlar Çorumlu(Umut) Erdal Tosun

Benim Puanım: 7


Filmle ilgili düşüncem:

Bir ada hikayesi olan Rina'da Ali, Ömer ve Umut adalı üç yakın arkadaştır. Ali plajda çalışmakta ve her yaz aşık olduğu kızın tatile gelmesini beklemekte, Umut babasıyla balıkçılık yapmakta ve adada sepetçilik yapan Zehra'ya sırılsıklam aşık ama bir türlü sevgilisinin abisine konuyu açamamakta, Ömer ise babasıyla üzüm bağında çalışmaktadır. Ayrıca bağın kendisine ayrılan küçük bir kısmında kendi şaraplarını üretmek üzere formüller üretmektedir. Bu üç kafadarın tek umudu ise birlikte bir şarap fabrikası kurmaktadır. Tüm çabaları gerekli parayı bir araya getirmek içindir. Bu hayale sıkı sıkı sarılan kafadarların hayatı Vasilis'ten gelen bir haberle alt üst olur... Artık herkes için gerçek duygularıyla yüzleşme vakti gelmiştir...

Filmi ne zaman izlediğimi hatırlamıyorum ama bir sahnesini görünce yazmak istedim. Ben izlerken çok hoş vakit geçirdim. Gençlik ruhu güzel işlenmiş. Öyle büyük beklentileri olmayan bir film zaten genç oyunculardan kurulu, küçük bütçeli ama sımsıcak bir film olmuş. Genç oyunculardan kurulu dedik ama Erdal Tosun, Cezmi Baskın gibi büyük oyuncular filmi güzelleştiren diğer temel taşlar.

Özellikle filmden tek aklımda kalan sahne Erdal Abinin “Gitmekle” ilgili söylediği anlamlı replikler ve “ne olmuş yani büyük adam olamadıysak hayallerimiz satmadık ya” cümlesidir.

Sonuç olarak herkes filmi izlemesini tavsiye ediyor ve boş vakit filmi olmadığını belirtmek istiyorum.



Cehennem Melekleri 2010


Vizyon Tarihi: 13 Ağustos 2010
Yönetmen: Sylvester Stallone
Senarist: Dave Callaham, Sylvester Stallone
Süre: 103dk
imdb puanı: 6.5

Oyuncu Kadrosu: 
Sylvester Stallone(Barney Ross), Jason Statham(Lee Christmas), Jet Li(Bao Thao), Dolph Lundgren(Gunner Jensen), Terry Crews(Hale Caeser), Giselle Itie(Sandra)

Benim Puanım: 8.0


Filmle ilgili düşüncem:

Cehennem melekleri bir kiralık savaş timidir ve bu sefer ki görevleri Güney Amerika'da bir ülkeye sızarak, bu ülkenin acımasız diktatörünü devirmektir. Fakat görev başlar başlamaz Cehennem melekleri grubu her şeyin tam olarak göründüğü gibi olmadığını anlar ve kendilerini tehlikeli bir ihanet ağının içerisinde bulurlar. Görevlerinin tamamlanmasının engellenmesi ve masum bir insanın hayatının tehlikeye atılmasından başka Cehennem melekleri daha zor bir durum olan grubun dağılma tehlikesiyle karşı karşıyadır..

Her izleyenin muhakkak söyleyeceği bir kelime “senaryo fena değildi ancak kadro muhteşem.” Tabii ki herkes böyle bir kadroyu görünce beklentisini zirvede tutmak ister. Jet Li severler onun bu kadar karizmasının çizilmemesini ister. Jason Statham daha fazla araba kullansın ister. Aslında senaryo da muhteşem olsa bir filmde çıta daha nereye yükselebilir bilmiyorum. Aksiyon, macera, dövüş, gerilim ne tür film yapacaksanız yapın aranılan adamların hepsinin toplandığı bir film. Konu ne kadar kötü olursa olsun bu film izlenir. Çünkü filmin senaryosundan çok bu adamların yan yana oynamalarını görmenin vereceği hisler ön plandadır. Filmde herkes başrol, sadece bir iki dakika görünen birinin Bruce Wills ya da Arnold Schwarzenegger olduğu başka bir film hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum.

Kısacası bu film hakkında pek fazla söylenecek bir şey yok. Severek izliyoruz :)

LOL - Laughing Out Loud 2012


Vizyon Tarihi: 1 Mart 2012
Yönetmen: Lisa Azuelos
Senarist: Delgado Nans
Süre: 92dk
imdb puanı: 6.1

Oyuncu Kadrosu: 
Miley Cyrus(Lola), Demi Moore(Anne), Emily(Ashley Hinshow), Kyle(Dıuglas Booth)

Benim Puanım: 6.0


Filmle ilgili düşüncem:

LOL – Lots of Laugh yani Bol Bol Gül anlamında kullanılır. Ancak film için Bol Bol Sev anlamına gelen Lots of Love diye çevrilmiş. Başrol Lola kısaca Lol. Miley Cyrus'un annesini Demi Moore canlandırıyor, Mileyin annesi yeni boşanmış bir anneyi canlandırırken Mileyde 18li yaşlara yeni girmiş bir genç kızı canlandırıyor filmde Miley, Annesi ve Erkek arkadaşıyla yaşanan olaylar anlatılıyor...Film 2008 yılı Fransız yapımından çeviridir.

Film bana çok gerçekçi geldi. Evet açık söyleyeyim sonunu tahmin etmenize zorlayacak, sizi heyecanlandıracak bir film değil. Lakin kadro güzel ve izlerken film doğal hayatın akışından alınmış gibi bir hava veriyor size.

Filmin sonuna doğru yirmi dakikalık bir Paris gezisi var ve o kısımları izlerken Amerikalılar gibi bizimde Fransız kültürüne uzak olduğumuzu hissettim. Bunun yanında Fransız ailelerin ve yemeklerin farklılığından çok Aşk şehri Paris’te daha farklı ve uzun görüntüler olabilirdi.

Demi Moore ve Miley Cyrus iyi bir anne-kız profili oluşturmuş. Son olarak Emily’ye gerçekten acıdığımı ve bu konuda yalnız olmadığımı belirtmek istiyorum :)


Gran Torino 2008


Vizyon Tarihi: 6 Mart 2009
Yönetmen: Clint Eastwood
Senarist: Nick Schenk
Süre: 108dk
imdb puanı: 8.3

Oyuncu Kadrosu: 
Clint Eastwood(Walt Kowalski), Bee Vang(Thao), Ahney Her(Sue)

Benim Puanım: 6.0


Filmle ilgili düşüncem:

Önce Clint Eastwood adını görüyorsunuz ve tereddütsüz filmi seçiyorsunuz. Sonra Warner Bros’u görünce iyice beklentinizi yükseltiyorsunuz. Bence bir de en sonu açın ve yapımcı-yönetmen Clint Eastwood yazısını görün ve paraya kıymadığını düşünmeye başlayın. Yoksa film boyunca bir hareket bekleyeceksiniz ama olmayacak.

Açık ve net olarak söyleyebilirim ki çok Amerikan filmi izledim ama bu kadar açık açık tam bir Amerikan propagandasını yapan bir film görmedim. Sadece sözlerle değil tüm görsellikler kullanılarak da bir aşağılama var. En basit örnek 11dk 12sn de durdurun ve evlerin farkına bakın.

Gran Torino ilgililerin bileceği gibi Ford marka bir Amerikan arabasıdır. Walt Kowalski Amerika da yaşayan bir Polonyalıdır. Ancak tam bir Amerikan kimliğindedir. Amerikan değerlerine sahip çıkan, kore gazisi, emekli Ford fabrikası çalışanıdır. Film karısının ölümüyle başlıyor ve Kowalski’nin etrafı Hmonglar(Çinli) ile dolu bir mahalle de yaşamını anlatıyor.

Öncelikle film bana çok boş geldi. Yaşlı, huysuz ihtiyarın bir anda halkın kahramanı olması falan hikaye. Amerikalıların kendi üstünlüğünü çevresindekilere iyilik yapmak adı altında oluşturdukları bir film olmuş. Çekimler amatörce, gece çekimi neredeyse hiç yok. Konu bir yere gitmiyor. Filme bir türlü kendimi kaptıramadım. Sadece yıllara rağmen ayakta duran bir Clint Eastwood karizması gördüm. Gran Torino arabasıyla film arasında film boyunca bağlantı kuramadım. Sonunu bağlamaya çalışmışlar ama o çocuk çarpışan otomobil sürseydi daha inandırıcı olurdu. Ben beğenmedim. Kimseye de tavsiye etmiyorum. Clint Eastwood’a yakışmadı.

Filmden bir kare:

(W. Kowalskinin barda arkadaşlarına anlattığı fıkra)

Bir Meksikalı, bir zenci ve bir Yahudi bara gitmişler. Barmen onlara bakmış ve şöyle demiş:
-Hemen defolun buradan.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Kuzgun / The Raven 2012


Vizyon Tarihi: 27 Nisan 2012
Yönetmen: James McTeigue
Senarist: Ben Livingston, Hannah Shakespeare
Süre: 110dk
imdb puanı: 6.4

Oyuncu Kadrosu: 
John Cusack(Edgar A. Poe), Alice Eve(Emily Hamilton), Luke Evans(Dedektif Fields), Sam Hazeldine(İvan Reynolds)

Benim Puanım: 6


Filmle ilgili düşüncem:

Ünlü Amerikalı yazar Edgar Allen Poe’nun esrarengiz ölümünden önceki birkaç ayı anlatan film de hafif bir Sherlock Holmes havası sezdim. Birbirine sıralı olaylar ve Poe’nun para kazanmak için yazdığı hikayelerle benzerlik gösteren cinayetler ve bunların çözülmesi. Zaten başrol karakterin de hafiften bir Robert Downey Jr. Benzerliği yok değil. Poe’nun sevgilisini bir baloda kaçırıyorlar ve Poe sevgilisine ulaşana dek sürüyle ölümle karşı karşıya kalıyor. Fark ediyor ki bu ölümlerin oluşumu kendisinin yazdığı hikayeler ile aynı.

Aslında Poe’nun bir sahne de filmi çok güzel özetliyor şu cümlesiyle:
“Bir yazarken öykülerimdeki karakterlerden biri olmuşum gibi geliyor.”

Filmin sonu tahmin edemeyeceğiniz gibi Poe’nun ölümüyle bitiyor. Katil tahminim de 3 kişi vardı. 3ü de tutmadı. O 3 kişiden biri olsaydı film belki de benim için daha heyecan verici olabilirdi. Olaylar güçlü karakterlerin etrafında dönmeli ki izleyiciye aktarılan duyguların şiddeti de o derece büyük olsun. Yoksa sonunda “aa bumuydu!” tepkisi bütün bir filmi götürebilir. Ben beğenmedim. Edebiyatı seviyorsanız izleyin. En azından bir iki şiir dinlersiniz.

Filmden güzel bir söz:

“Gördüğümüz her şey rüya içinde rüyadan ibaret.”

Get the Gringo 2012


Vizyon Tarihi: 15 Mart 2012
Yönetmen: Adrian Grünberg
Senarist: Mel Gibson, Adrian Grünberg
Süre: 96dk
imdb puanı: 7.2

Oyuncu Kadrosu: 
Mel Gibson(Gringo), Kevin Hernandez(Kid), Dolores Hereida(Kid’s mom)

Benim Puanım: 8


Filmle ilgili düşüncem:

Bazıları insan doğar, bazıları ise oyunu. Mel gibson da o azınlıktan biri. Adam oynuyor abi oynamakla da kalmıyor hangi roldeyse birebir yaşıyor. Böyle oyuncular bir isim oluşturunca birileri altında çalışmazlar. Kendi paralarıyla kandi yazdıklarını kendileri çekip oynuyorlar. Get the gringo da , Mel gibson hem yapımcı hem senarist koltuğunda hemde bir zamanlar keskin nişancı olan bir suçluyu canlandırıyor. Ama keskin nişancı olmasının üzerinde durulmamış. Frank adlı zengin bir adamdan 4 milyon dolar çalıyor ve Meksika ya kaçıyor. Ancak sınırda yakalanıyor ve Meksika da açık ve epey ilginç bir cezaevine düşüyor.

Açıkçası filmin ilk 10 dakikası sarmadı. Film konusu bakımından olağandışı bir konu değil. Fakat filmin detayları çok güzel işlenmiş. Uykulu bir halde izliyorsanız bol aksiyondan başka bir şey bulamazsınız.

Filmi, Mel Gibsonı ve filmin sonunu beğendim. Tek beğenmediğim Meksika. Aksiyon ve Mel Gibson sevenler izleyebilir.

Küçük bir not: "Gringo" pek çok dilde Amerikalı anlamında kullanılmaktadır.